2004 : Oniki Adalar (Dodecanes)

Haziran 2004
Dodecanes adalarına (Oniki Adalar) seyrimiz

Kos kalesinden liman - geri planda Lolita kıçtan kara

  Bu sene geçen sene yaşanan aksiliklerden sonra motorumuz komple elden geçmiş halde, yeni yelkenlerimiz (UK Sails) ve yeni bimini ve sprayhood'umuzla daha uzak bir seyir planladık.  Hedefimizde  Türk sahillerine yakın olan Dodecanes adalarının (Oniki Adalar) kuzey bölümü var. Böylece her zaman olduğu gibi yeni limanları keşfetmeye, yeni suları tanımaya hazırlanıyoruz.  Doğal olarak tanıdık limanlardaki dostlarımıza da uğrayıp hatırlarını soracağız.

 Rotamız Istanbul - Şarköy(91nm) - Bozcaada(72nm) - Çeşme(98nm) - Yalıkavak(96nm) -Göltürkbükü(14nm) - Turgutreis(23nm) - Bodrum(18nm) - Kos(14nm) - Leros(38nm) - Lipsi(10nm) -Patmos(13nm) - Pitagorio(33nm) - Sığacık(46nm) - Çeşme(40nm) - Marmaro(26nm) - Plomari(40nm) -Midilli(14nm) - Assos(31nm) - Bozcaada(36nm) - Gelibolu(49nm) - Marmara Adası(50nm) - Marmara Ereğlisi(40nm) - Istanbul (56nm) olacak şekilde gerçekleşti ve toplam 948 mil geride bıraktık.

  Uzun süren; etkili ve soğuk geçen kışın ardından bir türlü gelmek bilmeyen bir yaz bizi de bıktırdı. Rüzgarlar tüm bahar ayları boyunca delice esti ve bu güçlü rüzgarlar bizi de seyrimiz boyunca yanlız bırakmadı.  Denizler her ne kadar sert dalgalı olmasa da kuvvetli rüzgarlar bazen girdiğimiz derin  ve rüzgara kapalı koylarda bile bize deniz keyfini zorlaştırdı.   Yolculuğumuza 24 Haziran Perşembe sabahı her zamanki rotada başlayarak ilk 4 günde en uzun yolu geride bırakmaya karar verdik. Şarköy - Bozcaada arası hariç günde ortalama 90 mil yol katederek, bildiğimiz en kısa yoldan ve Midilli adasının batısından en kestirme  şekilde 4.gün akşamüzeri gün batımından hemen sonra Yalıkavak Port Bodrum'a bağlandık.  Doğrusu bu kadar uzun yolda insan sıkılıyor ama daha çok yer gezmek için başka çare yok. Fourni kanalını geçtikten sonra yaptığımız kısa yüzme molası bize tatilde olduğumuzu müjdeleyen tek olgu denebilir.  Yalıkavak'a bağlanıp akşam şehir merkezine yürüdüğümüzde ortalığın ne kadar sakin olduğu dikkatimizi çekiyor.  Anlaşılan daha yazlıkçılar gelmemiş. Esnaf durumdan çok şikayetçi. Her yerde Şarköy - Bozcaada - Çeşme ve nihayet Yalıkavak, esnaf yazın bir türlü gelmediğinden dem vuruyor. Gerçekten akşam serinliği bunu teyid eder cinsten. 
  Port Bodrum, henüz tamamlanmamış ve bir kısım inşaaatı süren (bu durum orada kalanlatrı etkilemiyor) oldukça iyi tasarlanmış bir marina. Personeli son derece yardımcı ve girşi/çıkış son derece kolay. Şehir merkezine yakın ve yürüyerek Yalıkavak'a gitmek mümkün. Bağlandıktan sonra kolayca elektrik ve su alıyorsunuz.  Uzun süren yolculuktan sonra burada bir tam gün daha durmaya karar verip yakınlarda yazlıkları bulunan bir arkadaşımızı ziyarete gidiyoruz. Günlerdir denizin üzerinde olan çocuklara bu kara soluklanması iyi geliyor. 
  Ama bize aynı yerde uzun süre bağlı kalmak aynı ölçüde iyi gelmediği için ertesi günü Tijen ve çocukların birlikte Bodrum'da kurulan pazarı ziyaretinin ardından marinadan yakıt alarak Bodrum yarımadasının kuzeyine doğru yola çıkıyoruz. Hedefimizde Türkbükü ve Gölköy var. Unutmadan söyleyeyim bu 2.kez yakıt alışımız ve her biri 110 milyon civarında bir doldurma ile 220 milyon TL'ye
 (150 litre mazot) buraya kadar gelmiş olduk. - Yaklaşık 350 mil - (Istanbul'dan depomuz tam dolu çıkmadık ama olsun)  Yalıkavak'tan Türkbükü'ne doğru tırmanırken çıplak ve kayalık bir kıyı boyunca seyir halindeyiz. Rüzgar kuzeyli yönlerden esiyor, hava ise oldukça sıcak. Yol üzerinde içerlek Gündoğan koyuna uğramadan doğuya doğru yarımadanın kuzeyini katediyoruz. Sonra ver elini gizli saklı Türkbükü sahili. Motoryatlar - yelkenliler - jet skiler ve yüksek volümlü beach clublar.. Burası hakikaten başka bir alem.  Akşam aynı yolu geri dönmeyeceğimizi marinaya bildirip, yarın Turgutreis yolunda kendilerine uğrayarak hesabımızı kapatacağımızı bildiriyoruz ve bizi anlayışla karşılıyorlar.  Akşam üzerine doğru arkadaşlarımız Şenol ve Eda İskeçeli'nin kaldığı Kiraz otelin önünde bulunan iskeleye kıçtan kara bağlanıyoruz. 

  


Gündüz beach tarzı hizmet veren minik yükseltilmiş ahşap iskeleler güneşin batmasına yakın boşalıyor ve her biri şık birer balıkçı restoranına dönüşüyor. Hem artık Gölköy ve Türkbükü birleşmiş ve Göltürkbükü adını almışlar. Ama yine de Gölköy tarafı hem daha sakin, hem de daha doğal.  Jet sosyetenin hormonlu üyeleri buraya nispeten uzak.    Haziran ayının son günü sabahtan arkadaşlarımız uyurken biz Kiraz Otel'in iskelesinden palamarımızı çözüp, Turgutreis yönüne dümen tutuyoruz. Saat 11 sularında dün ayrıldığımız Yalıkavak Port Bodrum'a tekrar bağlanıp, açık kalan hesabımızı kapattık. Yalıkavak'tan ayrılırken bir rapala çekelim diyoruz ama arkamızdan süratle gelen bir ufak guletin sancağımızdan geçeceğini düşünürken aniden çektiğimiz rapalanın üzerine iskeleye dönünce rapalayı takıyoruz, kamışın kırılmasını kalama verip sonra da misinayı keserek önlüyoruz. Acı olanı kaptan durumun farkında bile değil. Tıpkı şehr-i Istanbul'un vurdumduymaz bazı şöförleri gibi.. 
Sonra 6 mil yol aldıktan sonra ver elini Gümüşlük. İşte size cennetten bir köşe. Epey uğraşmamıza rağmen henüz burasını yeterince berbat edememiş durumdayız. Bu muhteşem koyun içinde bir dizi restoran ve birkaç pansiyon var.  Restoranların oldukça pahalı olduğunu hatta Istanbul standartlarını zorladığını söylemem lazım. Uzun süren öğle molasının ardından kalabalık yerleşimli sahile paralel vaziyette pupadan esen rüzgarla
 Turgutreis D-Marin'e
 giriyoruz.  Avrupa standartlarında bir marina daha. Herşey pırıl pırıl, görevliler ilgili ve yardımcı. İyi düşünülmüş konforlu bir durak. Ücretleri oldukça uygun. Hele bir de havuz olunca kızların keyfine diyecek yok.
  Bugün Kabotaj bayramı, marina gelin gibi süslenirken, biz daha güneye Bodrum'a yola çıkıyoruz.  Yol üzerinde Bodrum'a yaklaşırken akvaryum koyunda bir yüzme molası vermeye karar veriyoruz. Rüzgar biraz sert ve karadan esiyor. Sağımızda, solumuzda demir tarayan bir sürü tekne oldu. Bu nedenle sığ suda atılan demirden biraz endişe ediyorum.  Resimde görülen ördekler, bu koyun maskotu ve yerlileri.  

  Sırayla koya giren gezi teknelerini sırayla tavaf ederek, kendilerini bekleyen ekmeklerden nasiplerini alıyorlar. Burada uzun süre kaldıktan sonra kısa süreyle bir dalıp, etrafı kolaçan etmek isterken demir taramaz mı ... Bereket çocuklar ve Tijen teknedeler de her şeye rağmen sürüklenip yapıştığımız guletten bende yüzüp çıktıktan sonra kazasız belasız ayrılıyoruz.
Sonra ver elini Bodrum Milta Marina. Milta Marina tıka basa dolu ama bize hemen Marina Yacht Club'a yakın bir bağlama yeri gösteriyorlar. 

  Bodrum içinde hele yat limanında yatıyor, kalkıyor olmak ve gece eğlencesinin sonunda araba kullanmadan yatağa yatmak ayrı bir konfor. Buradaki caz kulübünde doyasıya bir yaz akşamı geçirmek aklını işle güçle bozmayan herkese lazım.  Ertesi günü işimiz çok. Bir defa bir gün önce çamaşırhaneye verdiğimiz temizlenip, paklanan ve belki de ütülenmiş olan giysilerimizi alacağız. Kaleyi ve sualtı müzesini gezeceğiz.  
  Sabah erkenden işe koyuluyoruz. Önceliğimizde sualtı müzesi var. Hava sıcak olmadan gezmek gerek. Ama bazı seksiyonların geç açması bu projeye biraz turp sıkıyor. Farketmez.. Buraya gelmişken Uluburun Batığını ve Karyalı Prensesi göreceğiz. Gerçektende görme imkanı buluyoruz. Yılmadan gezmeye devam.. Sonra ver elini marina ve çamaşırlarımız. herkese tavsiye olunur. Herşey tertemiz olmuş. Ardından marina hesabını kapatıp Kos adasına doğru yola çıkıyoruz.
 Öğleden sonra batıdan esen kuvvetli rüzgarla önce güneye, sonra da adanın kuzey doğu ucundan batıya yönelip, doğruca Kos  şehiriçi limanına giriyoruz. Girişte iskele de pasaport ve gümrük işlemleri yapan ofisin önüne yaklaştığımızda önce gidip içeride uygun bir yere bağlanmamızı ve daha sonra işlemler için gelmemizi istiyorlar. Biz de sahile biraz  göz gezdirdikten sonra kendimize uygun bir yer bulup kıçtan kara bağlanıyoruz. Liman ağzında girip çıkan teknelerin ve kuvvetli meltemin yarattığı sürekli solugan başımızı ağrıtacak gibi duruyor.  Pasarelanın kara ile tekne arasında sürekli durmasına imkan yok.  Biz pasaport işlerini tamaladıktan sonra transit log temini için gümrüğe gidiyoruz ama kapı kapalı. Biz de istifimizi bozmayıp bu işi daha sonra halletmeye karar veriyoruz.

  Akşamüzeri birden bir telaş, bir koşuşturma, bazı tekneler yer değiştiriyor falan derken az açıkta 30 metrenin üzerinde devasa bir Türk guleti limana bağlanmaya çalışıyor. Burada acente kullandığından lokal acentesi kendilerine bizim yanımızda yer açmaya çalışıyor.  Bordamızın 3-4 misli yüksekliğinde güvertesinden insanların şaşkınlıkla izlediği bir manzara ile o dev gulet kıçtan kara bir duvar gibi yanımıza giriyor. Tijen mataforlarında iskele - sancak yönünde sallanan filikasının bizim gövdemizde bir hasara yol açmaması için yoğun çaba harcıyor.  Anlaşılan bize rahat yok diyerek buradan palamarımızı çözüyoruz. Bereket az daha içeride daha az solugan alan bir aralık bulup bu defa buraya kıçtankara bağlanıyoruz.  Burada su bağlantısını halletmekle beraber, elektrik prizlerimiz uymuyor. Ben de bu meseleyi artık kökten bir biçimde çözmeye karar verip, şehirde açık bir elektrikçi dükkanı bularak, muhtelif tiplerde ve boylarda fiş/priz ve kablo ediniyorum. Yoğun bir akşamüzeri mesaisinin ardından birkaç boyda adaptör kablo üretiyorum. Ancak bu defa da sorun başka... prizde elektrik yok. Diğer prizlerde dolu olduğundan çaresiz yarın sabah birinin ayrılıp, bir prizin boşalmasını bekleyeceğiz.  Bu kadar çalışmanın ardından elektrikçiye giderken keşfettiğim Roma Harabeleri'ne bakan aralıktaki tavernalar sokağına gidiyoruz. Yemekten önce kısa bir tur atarak, eşe dosta ve bu arada kendimize hediye doğal süngerlerden alıyoruz.  Daha sonra hem Ceyda'nın doğumgününü kutluyor,hem de özlediğimiz yemeklerin tadına bakıyoruz.


  Kos kalabalık ve büğyükçe bir ada.. Kuzeydoğusunun düzlük olmasından da yararlanmak üzere ertesi sabah tanesi 4 Euro'dan 4 tane bisikleti günübirlik kiralıyoruz. Günlerden 3 Temmuz... Önce ver elini limanın karşı sahili ve devamında yer alan plajlar. Plajlar gayet organize, gelir gelmez size hemen ücreti mukabili  şezlong - parasol ve duş olanağını kapsayan paket ücretten yer gösteriyorlar.  Plajda hiç durmadan içecek servisi ve volümü çok yüksek olmayan bir müzik bu tatil sabahına eşlik ediyor.  Öğlen yemeğinden sonra sıcak epeyce artınca bizde biraz bisikletle tur atmaya karar veriyoruz. Adanın kuzeydoğusuna doğru arkadan esen rüzgarla sahile paralel asfalt yoldan yaklaşık 10km pedal bastıktan sonra geri dönüşte biraz yorgunluk artıyor.  Bu nedenle araya bir, iki mola alarak, bu aktif günü tamamlıyoruz.  Son olarak hemen limanın içinde bulunan 16. yüzyıldan kalma kaleyi gezmeye gidiyoruz.  Buradan limanın tamamını görmek mümkün.  Karşı sahilde ise Bodrum ve civarındaki yerleşimler seçiliyor. 

  4 Temmuz sabahı artık kuzeye doğru tırmanışa başlayarak Kos'tan ayrılıyoruz. Limandan çıktıktan sonra iskelede kalan burunun açıkları bile çok sığ. O nedenle geniş bir yay çizerek önce batıya yöneliyoruz. Rüzgar batıdan 25-30nm esiyor ve deniz kaba dalgalı.
  Pserimos ve Kalimnos adalarının güney sahilinden seyrederek, Kalimnos'u sancakta bırakıp, Telendhou kanalından kuzeye tırmanıyoruz.  Bu kanalda deniz sakinliyor ve rüzgar mutedil hale geliyor.  Akşamüzerine doğru Leros adasının güneybatısında yer alan Port Lakki'ye 
giriyoruz. Burası İtalyan işgali esnasında askeri üs olarak kullanıldığından art deco tarzı binalara sahip. Yunanlılar bu binaları daha sonra akıl hastaneleri olarak kullanmışlar.  Belki de bu nedenle ortada fazla turist yok. gelenlerde doğruca Alinda ve Pandeli isimli turistik kasabalara gidiyorlarmış. Bu adada en dikkat çekici şey, özel bir firmanın küçük bağlama yerini işletmesi idi. Tonozlar konulmuş, elektrik ve su bağlama imkanları mevcut, hatta duşu/sıcak suyu olan pırıl pırıl bir bağlama limanı. 3 kuruş bedelle buraya bağlanıp, sakinliğin keyfini çıkarıyoruz. Akşam marinanın karşısındaki tavernada yenilen yemeğin ardından Yunanistan Porteki'i yenerek Avrupa Şampiyonluğu'nu kazanınca o sakin yer gece boyu havai fişek gösterilerine ve tezarühatla geçen araç konvoylarına sahne oluyor.  Maç yayını devam ederken, Ceyda'nın hiç istifini bozmadan jumbo karides güvece konsantre oluşunu hatırlamak gerek ...

   Ertesi sabah çok erken olmayacak şekilde kuzeye yolculuğumuz devam ediyor. Yol kısa olmakla beraber deniz epey hırçın. Bir ara yolumuza su üzerinde çırpınan bir deniz kaplumbağası çıkıyor. Ama deniz durup bu sevimli yaratığı yakından izlemeye imkan vermiyor. Öğleden sonra bu kez Lipsi adasının koyuna giriyoruz. Koyun karşısında sıralanan takımadaları iskelede bırakıp, koya girerken ciddi bir sağnak ve dalga yandan bizi oldukça zorluyor.  Koyda biraz dolaştıktan sonra ana iskelenin sancağında rüzgaraltı tarafta kendimize bir yer buluyoruz. Yaşlı bir Alman çiftinde yardımıyla buraya iskeleden bordalıyoruz. Rüzgar iskeleden bastığı için bu manevra pek o kadar kolay olmuyor, ama biraz uğraşı sonucu limana bağlanıyoruz. Bizden sonra gelen bütün tekneler iskelenin rüzgarüstüne bağlanınca kuvvetli sağnaklarda iskeleye yapışıyorlar.  Elektrik ve su burada mevcut değil.  Limanda yer alan bir kafeterya da akşam yemeğini yedikten sonra erkenden yatıyoruz.

 

6 Temmuz sabahtan yola çıkarak Lipsi'nin tam karşısında yer alan Patmos adasına geçiyoruz. Kuzeybatıdan esen kuvvetli rüzgara rağmen keyifli bir seyir gerçekleştiri-yoruz.  Patmos'un derin limanına dev yolcu gemileri uğruyor.  Limanın ilerisinde diğer yatlarında bağlı olduğu rıhtıma kıçtan kara bağlanıyoruz. Ne yazık ki burada da elektrik ve su yok. Bununla birlikte ucuz fiyatla yakındaki büfeden bolca buz alıyoruz. Ve bir de yakıt alarak kendimizi sağlama alıyoruz.   (45 litre mazota 34 Euro para ödüyoruz)  Patmos oldukça hareketli bir ada ve burada bir gece daha kalmaya karar veriyoruz. 

  Ertesi sabah geç  bir kahvaltıdan sonra doğruca bir taksi ile St.John manastırına  çıkıyoruz. Manastırın bulunduğu mevkiden manzara muhteşem.  Manastırın içi ve keşişlerin yaşam alnları da son derece ilgi çekici. 1 saatin üzerinde manastırı gezdikten sonra bir kafede verilen bira molasının ardından buradan aşağı limana yürüyeceğiz. Zira buradan aşağıya inen bir araç bulamıyoruz. Bereket tarihi yol kestirme ve bizi yarım saat, 40 dakika öğle güneşi altında süren bir yürüyüş limana indiriyor. 

  Öğleden sonra hedefimiz biraz keyif yapmak ve bu nedenle tekneyi bağladığımız limanın hemen yanındaki plaja gidiyoruz. Fazla kalabalık olmayan, suyu pırıl bir plaj. İnşallah birgün bizim de yerleşimlerimizin hemen yanıbaşından denize girmek kısmet olur. 

  Akşama şehire giden yollardan birinin üzerinde yer alan bir balık lokantasına gidiyoruz. 

  Bir gün sonra 8 Temmuz günü sabah erkenden palamarlarımızı çözerek doğuya Türk sahiline doğru yola çıkıyoruz. Kuzeyden gelen kuvvetli rüzgar bizi sürekli güneye basıyor ve tramola atmadan Arki adasının kuzey ucunu kurtaramıyoruz. Daha sonra nisbeten sakinleşen rüzgarla birlikte Ikaria adasını ve Fourni kanalını açıkta bırakarak Samos adasının güney sahiline yakın seyrediyoruz.  Öğleden sonra üzerimizden bir uçak alçak uçuş yapıyor. Peşinden de bir saat kadar sonra uzaktan seyir halinde bir Yunan sahil güvenlik botu görüyoruz. önce oldukça açıktan geçip gidecekmiş gibi yapıyor sonra sancağa dönerek arkamıza takılıyor. Bir müddet sonra da yanımıza yaklaşıp bir megafon aracılığı ile sorular sormaya çalıştı. Rüzgarüstünde olduğumdan söylediklerini anlayamadığımı ve telsiz kullanmasını işaret ettim.  Bunun  üzerine 16.kanaldan kim olduğumuzu, nereden gelip nereye gittiğimizi vs. sordu. Yeterli cevapları aldığını düşünerek (bu müddet zarfında topluca teknemizi süzüyorlar) iyi yolculuklar dileyerek yanımızdan ayrıldı ve bizimle aynı yönde Pitagorio'ya doğru gözden kayboldu. 

  Bizde peşinde kıyı seyri ile Pitagorio limanına girerek, kendimize uygun bir aralık bularak baştan demir, kıçtan kara bağlandık. 2 yıl evvel geldiğimiz bu limanı özlemişiz.  Bu liman  Doğu Ege sahilinde eğlencenin başkenti desek yalan olmaz. Restaranlar, barlar ve geceyarısına kadar açık dükkanları ile capcanlı. Kızlar derhal kendilerini karaya atarak, alışveriş moduna giriyorlar. Uzunca bir süre sonra eller, kollar dolu tekneye geri dönülüyor. Akşam keyifli bir yemeğin ardından çocuklarında israrı ile burada bir gece daha kalmaya karar verdik. Gece hemen önümüzdeki barlardan gelen volümlü müziğe rağmen derin bir uykuya dalıyoruz. 

  Sabah kalktığımızda yanımıza bağlı bir Bayliner demirini toplarken liman ağzından gelen rüzgarla birlikte biraz sürüklenerek diğer yanımızda bağlı büyücek yelkenlinin zincirini kaldırıyor ama 1 saate yakın uğraşın ardından serbest kalarak yola limandan ayrılıyor. Sabah saatlerinde ortalık sessiz. Gece geç saatlere kadar ayakta olan turistler ve ada halkı uykuda olmalılar. Biz de kahvaltının hemen ardından limanın dış tarafına bakan taşlı sahilden denize girmeye gidiyoruz. Hava rüzgara kapalı olan bu kıyıda oldukça sıcak. Birkaç Euro karşılığında şemsiyeler ve şezlonglar edinilip tembellik yapmaya başlıyoruz.  Plajda yer alan bir kafeteryada yenilen öğle yemeğinin ardından akşamüzerine kadar denizin ve güneşin keyfini çıkarmaya devam ediyoruz. Akşam üzeri tekneye dönüp temizlenip giyindikten sonra limanda birkaç tur atıyoruz. Burada 2 sene evvel girdiğimiz bir marin malzemeler satan dükkana uğramadan olmaz. Bu defa eskiyen şnorkel ve maske yerine yenisini alıp, bir de yolda şansımızı denemek üzere orta boy bir rapala aldıktan sonra akşam yemeği faslı başlıyor. Sabah erken saatte ayrılma niyetimiz olsa da gece şiddetli esmeye başlayan rüzgar bizi biraz düşündürüyor.
    Ertesi sabah bir gün öncesinden endişelenmemize rağmen problemsiz demiri toplayıp ayrılmaya karara versek te her an dönebiliriz. Çünkü rüzgar hızını kesmediği gibi artmış ve liman dışında durumu da bilmiyoruz.  Herşeye rağmen limandan ayrılarak Samos adasının güney sahili boyunca seyre başlıyoruz. Kanalda bulduğu olukta şiddetlenen kuzey rüzgarları zaman zaman 27-30 nm esiyor. Bir an aklımdan dönmeyi geçirsem de, Samos'un ucuna kadar gitmeye karar veriyor ve kanaldan çıkarken rüzgarın şiddetini iyice azaltması sonucu ne kadar isabetli bir karar verdiğimize seviniyoruz. Hedefimizde 46 nm kuzeyde Sığacık limanı var.  Türk sahilinin ve Kuşadası körfezinin açığından kuzeye tırmanarak önce Doğanbey adasını sancakta bırakıp, yolumuza devam ederken öğleden sonra kafadan gelen rüzgar yeniden azıyor.  Hız düşse de çocukların da biraz sıkılmalarına rağmen dışarıdan hiç görünmeyen, gizli kapaklı ve korunaklı bir liman olan Sığacık'a giriyoruz. 

   İskelede eski balıkçı barınağını bırakarak girdiğimiz limanda pontonlar yapılmış ama ne palamar bağlayacak aneleler ya da koç boynuzları takılmış ne de su ya da elektrik bağlantısı var. Bu biraz canımızı sıkıyor.  Bir tur attıktan sonra limanın sancak tarafında bulunan beton rıhtıma iskele tarafına bolcana usturmaça bağlayarak bordalıyoruz. Rüzgar kafadan geldiğinden çabuk bağlanma ile pruvanın açmasının önüne geçebildik. Su ve elektrik maalesef yok. Yine de burada limana bakan bir arkadaş gelerek bize yardımcı oldu ve hatta karşıda balıkçı barınağının içinde bulunan bir duşun anahtarını bize verdi. Günlerdir yıkanamadığımızdan tüm limanı boydan boya yürüyüp sırayla burada banyo yapınca aklanıp, paklandık. Yat liman inşaatı yarım kalmış ve ortalık ne yazık ki hurda malzemelerden geçilmiyor. Sığacık küçük ve yanlız bir köy... Birkaç adım ötede Kuşadası ve diğer tarafta Çeşme'yi düşündükçe böylesine ölü kalan bir beldeye hayret etmemek elde değil. Liman çevresinde yapılan konut inşaatları bile yarım kalmış ve terkedilmiş halde. Üstelik burası İzmir havaalanına hem Kuşadasından hem de Çeşmeden daha yakın. 

  Sığacık'ta hemen limanda yer alan balık restoranında yediğimiz akşam yemeğinden sonra uykuya dalıp, ertesi günü sabah erkenden yola çıkıyoruz. Hedef Çeşme. Kuzeyli rüzgarla birlikte sahil boyunca seyir yaptıktan sonra akşamüzeri Çeşme'ye varıyoruz.  Her zaman ki gibi kalabalık. 
  Bir sonraki gün sabahtan biraz oyalanıp, yakıt aldıktan sonra batıya doğru rota tutup Sakız'ın önlerine geldiğimizde, kuzeye tırmanmaya başlıyoruz. Strovilo kanalı kuzeyli rüzgarla birlikte tam bir huni biçiminde güneye doğru dalga gönderiyor ve bu da hızımızı epey düşürüyor. Biraz debelendikten sonra,  Sakız'ın kuzeyucunda yer alan ve daha önce karadan geldiğimiz gizli saklı Marmaro limanına giriyoruz. Sadece bir teknelik yer olan liman mendireğinin içine iskeleden bordaladığımızda hemen başımızda telaşlı bir liman polisi bitiveriyor. 
Neyse ki kendisine Samos'tan geldiğimizi anlatınca rahatlıyor ve bir, iki telefon görüşmesinden sonra daha dostça davranmaya başlıyor. Mendirek üzerinde hem elektrik, hem de su bulunca derhal ikmal yapıp depomuzu dolduruyoruz. 
  Geçen sefer daha şirin bulduğumuz bu kasaba da günlerden Pazar ve restoranlardan biri kapalı bir gruba kapatılmış. Biz de çaresiz daha salaş bir taverna da akşam yemeği yedikten sonra uykuya dalıyoruz. yarın ki hedefimiz Plomarion (bir Lolita klasiği)
  Sabah erkenden yola çıkıp, Midilli yönünde kuzeye tırmanıyoruz. Öğleden sonra Midilli önlerine geldiğimizde sarp kıyının önlerinde rapala'yı bırakıp 4 mil süratle çekiyorum. Birden kuvvetle bir balık asılıyor. Acemilikten az  kalama vererek çığlık çığlığa oltayı topluyoruz. 30-35 cm'lik bir tombik tam teknenin dibinde iken ağzını oltada bırakacak şekilde yırtıp, kaçıyor. Hatta sersem bir şekilde bir süre su içinde kalakalıyor. Pes etmek yok. Rapalaya devam. Nitekim bir süre sonra bir eşkina avlayıp bu sefer emniyetle tekneye alıyoruz. Çocuklar artık balığın yüzlerce resmini çekip, anatomik bir  tez üzerinde çalılşıyorlar !!! 




  Vakit çok geç olmadan Plomarion'a yanaşıyoruz. Bu defa Kos adasından aldığım malzemeyle yaptığım elektrik adaptörü elektrik almamızı sağlıyor. Diğer taraftan yan teknedeki Alman'dan sağlanan redüktör hortumla suyu da doldurunca keyifler gıcır.  Plomarion'dan hem kendimize hem de dostlara rakıları da aldıktan sonra yol üzerinde bulunan bir restoranda akşam yemeğimizi yiyip doğruca yatmaya gidiyoruz.  

   Bir sonraki gün yolculuk Midilli'ye, bize eşlik etmeye devam eden kuzeyli rüzgarla birlikte önce adanın güney sahilini katedip sonra kuzeye kıvrılarak Midilli limanına giriyoruz. Bu defa şehirde dükkanlar açık ve her yer oldukça kalabalık.  Her zaman ki gibi baştan demir, kıçtan kara şehir içine bağlanıyoruz. Gürültülü bir geceden sonra ertesi gün, çocuklar uyurken önce su doldurup, daha sonra da liman polisinde işlemlerimizi hallettikten sonra, gümrükte çıkış işlemlerini tamamlayıp, bu sene de Yunan adalarına veda ediyoruz.  Adanın doğu sahili boyunca yükselerek rotamızı Assos'a çeviriyoruz.  Kadırga koyunda bir deniz molasını takiben girdiğimiz Assos limanında batıdan kopan hava bordamızdan yükleniyor. Biz de burada bulunan tonozlardan ikisini almış büyücek bir Benetau'nun iskele tonozuna biniyoruz.  Epeyce uğraştıktan sonra neta oluyoruz ama hava esmeye devam ediyor.  Nazlıhan'da güzel bir yemek yedikten sonra tam hesabı ödemek üzereyken elektrikler kesilince ortalık zifiri karanlık oluyor.   




  Ertesi gün sabah erkenden Assos'tan ayrılıp, önce Babakale'yi dönüyoruz ve ardından Bozcaada''ya bağlanıyoruz. Bozcaada'da her zamanki gibi nefis bir akşam yemeği yedikten sonra artık iyice dönüş moduna girmiş durumdayız.  Bir sonraki gün kendimizi sakin bir havada Çanakkale'den içeri atıp, doğru Çanakkale limanına bağlanarak yakıtımızı dolduruyoruz. Sonra yola devam. Bu arada Boğaz trafiğe kapatılmış durumda ve dev gibi bir doğal gaz tankeri Istanbul yönünde Boğaz'ı tırmanıyor. Nara burnunu döndükten sonra hafif hafif başlayan poyraz aniden kaçak yaparak şiddeetleniyor ve denizin üzeri bir anda kuzucuklarla doluyor...  Sonra büyüyen ve kafadan gelen dalgalarla beraber hızımız iyice düşüyor. Bir ara havuzluğumuzu örten bimini kafamıza geçiyor. 2 seçenek var, ya geri döneceğiz ya da karşı sahili tutup rüzgar altında korunaklı bir seyir izleyeceğiz. Diğer taraftan doğal gaz tankeri romorkleriyle beraber tam gaz Boğazı çıkıyor. Neyse ki Boğaz trafiğini düzenleyen kontrol kuleleri zor durumda olduğumuzu kavrayıp, çağrımıza olumlu yanıt vererek bizim kontrollü bir şekilde tankerin önünde karşı (Avrupa) sahiline geçmemize izin veriyorlar. Allah razı olsun... Kendimizi Gelibolu'ya atarak bu maceralı seyri tamamlıyoruz.   

  Bu defa Kapıdağ yarımadasına uğrayarak Istanbul'a dönelim derken, kafadan esen kuvvetli poyraz bizi bir türlü yürütmüyor ve ancak Marmara Adası'na ulaşabiliyoruz. O da yolda 2 keze ufak koylarda mola vererek kendimize geldikten sonra. Tam kafadan gelen ve 2-3 metre yükseliğindeki dalgalar ne teknede ne de bizde enerji bırakmıyor. Otopilot bu tip denizlerde işe yaranmadığından nerdeyse tam gün boyunca dümen tutmak farz oluyor. 

  Bir gün sonra büyüklerimizin sözünü dinleyerek
 Marmara Adasını batıdan dönerek rotamızı Marmara'nın kuzey sahiline çeviriyoruz. Marmara Adası'nın  güney sahilindeki kuvvetli rüzgarın aksine kuzeyi son derece sakin. İnsanın inanası gelmiyor. Tabii bu sabah saatlerine özgü bir durum... Öğleden sonra yeniden poyraz şiddetleniyor ve çocuklar sıkıntıdan patlarken biz de Marmara Ereğlisi' ne balıkçı teknelerine bordalıyoruz.  
  Artık son günümüz... 

  Marmara Ereğlisinden yola çıkıp doğruca Istanbul'a geliyoruz. Bir Ege seyri daha sona eriyor.
  Bu seyrin bize öğrettikleri arasında artık Marmara'yı tırmanmak istemeyişimiz var.. Yoksa çocuklar isyandalar...
Motorumuz ve yelkenlimiz çok şükür bize hiçbir sorun yaratmadan bir seyri daha geride bıraktık.  Ama anladık ki, uzun seyirler için daha güçlü motora ve daha hızlı bir yelkenliye ihtiyaç var.  Şimdilik hayal tabii ama derhal zihni projelerine başlamak gerek... 
  Seneye rotamız bizi nerelere götürecek planlamak lazım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İlk teknemizin önce alınma ve sonra veda öyküsü

Önsöz / Intro