2005 : Hedef Pire

Rotamız : Ayvalık - Midilli(21nm) - Plomarion(21nm) - Psara(46nm) - Batsi(68nm) - Kea(28nm) - Pire/Zea Marina(44nm) - Aegina(19nm) - Poros(19nm) - Hydra(15nm) - Kithnos(47nm) - Finikas (34nm)- Mykonos(26nm) - Naxos(22nm) - Patmos(66nm) - Pitagorio(31nm) - Alaçatı(56nm) - Chios(19nm) - Midilli(57nm) - Ayvalık(26nm) : Toplam 664 nm

    Bu sene iznimizin önemli bir bölümünü Marmara gidiş/dönüş seyri esnasında kaybetmemek  ve Ege'de daha batıya seyir yapabilmek için sevgili S/Y Lolita'mızın Istanbul -Ayvalık-Istanbul transferlerini  arkadaşlarımız Tolga Aybers - Tunç Uğurdağ ve sevgili Vefik Ulus ağabeyimiz gerçekleştiriyorlar.  Lolita'mıza gözleri gibi bakmışlar, teşekkürler ..
Doğrusu bu ya, ilk defa teknemizden ayrı geçirmek zorunda kaldığımız birkaç gün zarfında bile Istanbul'da işimiz ve çocukların okulu dışında fazlaca yapacak birşeyimizin kalmadığını anlamak bize gelecekteki yaşantımız için yeni ipuçları veriyor.

  Sonunda 19 Temmuz Salı günü Istanbul'dan Ayvalık'a arabayla geçip öğle saatlerinde Lolita'mıza kavuşuyoruz. Tabii yine temizlik, alışveriş - yerleşme faslından sonra buraya kadar gelince Cunda'da enfes mezelerin ve balığın tadına varmadan buradan ayrılamıyoruz. Öğleden sonra derhal bir brandacı bulup, gün doğumu ve gün batımında yatay gelen güneşi kesebilecek seyyar bir tente yaptırıveriyorum ve tatilde bizi pişmekten kurtarıp daha ilk gün kendini amorti ettiğini saptıyoruz.  Aylardır yapılan hazırlıkta sıra buna gelemedi bir türlü ve son güne kaldık :)) Osman Atasoy'un bir tekne asla hazır değildir, sözleri aklıma geliyor. 
 20 Temmuz sabahı Ayvalık içinde hızlı bir kahvaltıdan hemen sonra limandan yakıt alıp Setur Marina'dan ayrılıyoruz. Yolumuz kısa, doğrudan Midilli'ye gidiyoruz. Kuzeyden hafif bir rüzgar esiyor.  Rotamızı önce güneye, ardından batıya çevirip, Midilli'nin kuzeyinde bir limanda denize girdikten sonra doğru limana girip hızlıca giriş işlemlerini tamamlıyoruz. Akşam güneş batmadan her işimizi tamamlamış vaziyette teknemizi neta ettikten sonra doğruca liman ucunda yemeğe gidiyoruz. Baştan demir, kıçtankara bağlandığımız limanda elektrik var ama su muslukları kilit altında. Bizim ihtiyacımız yok ama gerekirse su da almak mümkün. Tekne ahalisi yemek yemeden evvel bir shopping turuna çıksa da, dükkanların kapalı olması yüzünden şok geçirip 3 kısa düdük (!!!)  geri dönüyorlar..
Restoranda fiyatlar geçen seneki gibi. Değişen pek bir şey yok ama az da olsa Türkçe konuşan bir garson bize iyi hizmet ediyor. Mezeleri ve Midilli'yi özlediğimiz her halimizden belli. 

  Güzel bir uykunun ardından ver elini Plomarion. Yolda bir deniz molasının ardından çok geç kalmadan Plomarion'a gitmek gerek. Bugün öğleden sonra dükkanlar açık olacakmış.  Lolita'nın ardından her seyirde küçük-büyük bir rapala sallandırıp yol boyunca balık şansımızı deneyeceğiz. Plomarion'a vardığımızda her zamanki gibi yatlara ayrılan yere kıçtan kara bağlanıyoruz. Liman içindeki zincirlerden korkup demir atmayınca, yanımızda bulunan bir balıkçı teknesinden başa koltuk alıp elektriği ve suyu bağlanıyoruz. Burada bulunan prizler 32A ve büyük boy, musluklarda garip bir adaptör gerektiriyor. Ama bizde donanım tamam... Polis bize uğramayınca biz de kendisine uğramıyoruz.
  Akşam şehirde dolaşıp limanda yemek yerken bir de bakıyorum ki bizim koltuk aldığımız balıkçı teknesi hızla bizim halatı çözüp yerinden ayrılıyor.  Bir telaş uzakta - yetişmemize imkan yok - yan teknelerden aceleyle kopup gelenler Lolita'yı bağlayıp sağlama alıyorlar.  Balıkçı biz yatarken gelmeyince, baştan bağlandığımız Alman teknesiyle gece çıkan batı kaçağı yüzünden yaptığımız aykırı hareketler de koltuk halatları koç boynuzlarına ikide bir yüklenip her iki teknede gereksiz rahatsızlık veren sese neden oluyorlar. Sonunda bir ara uyanıp balıkçıyı geri dönmüş bulunca çok bilmiş Alman'dan halatımızı çözüp yeniden balıkçıya bağlanıyoruz. 
Uykumuza geri dönerken sabah balıkçının bizi bir kez daha çözeceğinden haberimiz yok. Sabah kendimizi 2 tekne arasında  biraz geniş bir boşlukta Allah'tan  ayna havada ve sakin suda baştan bağlı olmadan buluyoruz.Kıçtan bağladığım balon usturmaça sayesinde öylece kalmışız. Bu balıkçı bugüne kadar Yunan adalarında rastladığım en kaba denizci olmalı. Denizci de sayılmaz ya..
Yolumuz uzun erkenden ayrılıp rotayı güneybatı yönündeki Psara'ya çeviriyoruz.  Rüzgar adadan ayrıldıktan sonra önce Yıldız, ardından Yıldız/Poyraz esmeye başlıyor ve dalgalarda kıçaltına girdiğinde otopilot kontrolü kaçırıyor. En iyisi dümen tutmak. Çocuklar uyurken keyifle bir açık deniz seyri yapıyoruz. Kahveler - sohbetler - biralar - kitaplar - sohbetler - atıştırmalar... Özlemişiz açık denizi ve uzun seyirleri...  Uzunca saldığımız olta Psara'ya az bir mesafe kala olağanüstü bir ses çıkararak deli gibi boşalmaya başlıyor.  Motoru derhal boşa alsakta geniş apaz gelen hava ve basılı olan yelkenlerimiz nedeniyle hızımızı düşüremiyoruz. Deniz de çalkantılı olunca risk alacak hareketler yapmak istemiyorum. Yine de çıkrığın vitesini biraz sıkmaya başlayınca olan oluyor ve balık rapala ağzında oltamızı koparıyor.  Epey büyük bir hayvan olmalı bizimle boğuşmadı bile...Kaçan balık büyük olur dediğinizi duyar gibi oluyorum ama bana göre de,  tekne ahalisine göre de öyleydi :)) Çıkrığın boşalmasını dinlemeliydinizİnşallah başka zaman deyip doğru Andros'a süzülüyoruz.Akşam üzeri vakit çok geç olmadan Psara'ya varıyoruz.  Liman biraz değişmiş ve artık rahatça baştan demir kıçtan kara pupamız batı yönünde yanaşılır hale gelmiş. Bordalamakta mümkün ama çok yer işgal edildiğinden sanırım bordalayanları polis bir süre sonra gelip kıçtan bağlanın diye uyarıyormuş  Henüz yok ama yakın zamanda elektrik ve su tesisatı da yapılacak gibi duruyor.  Bir süre sonra burada mola veren yatların sayısı altıya/yediye ulaşıyor.  Hakim rüzgarlar ve arada sırada sağanaklar iskele kıç omuzluktan (karadan) geliyor. Burada tüm gezimizin neredeyse en pahalı akşam yemeklerinden birini yiyoruz. Bu da anlaşılır birşey buraya hem çok az feribot geliyor,hem de ada da elektrik dışında birşey üretilmiyor. Suyu nereden buluyorlar bilmiyorum. Nüfus bir avuç.. Bu kayalık adaya 19. yüzyılda Osmanlı Donanmasının 450 parça gemiyle dayandığını okuyunca insanı bir gülme alıyor. Sessiz geçen serin gece deliksiz bir uyku çekmemizi ve sabah erkenden zinde bir şekilde kalkmamızı sağlıyor. 
Ertesi sabah erkenden rotamız yine güneybatı ve Andros adası.  Aynı rüzgarlarla (Yıldız - Yıldız/Poyraz) 20-25 knot esen havada  anayelken/ motor aşağıya doğru seyir halindeyiz..  Öğleden sonra Andros'un Gavrio isimli ana limanına şöyle bir gözattıktan sonra daha turistik olan 2 mil güneyindeki Batsi'ye dümen tuttuk.  Batsi girişine Yunan donanmasından bir savaş gemisi  demirlemiş, liman ziyaretinde olsa gerek.
  Batsi limanında sancaktaki mendirek içine bordalayıp, uzun bir hortum döşedikten veLolita'yı bir güzel yıkayıp, tuzdan arındırdıktan sonra, suyumuzu da doldurup Pire yoluna hazırlıyoruz.  Akşam bir pizzacı da çok keyif almadığımız birşeyler yedikten sonra tekneye geri dönüp 2 sene evvel National Geographic filmi gibi seyrettiğimiz baraküdaları beklemeye başlıyoruz. Bizi fazla bekletmeden geçen sefer olduğu gibi liman içine topluca girip, ufak balıklara saldırıyorlar.Buyrun size aynı yerde belki de her gece tekrarlanan müthiş show.
Bu arada söylemeden geçemeyeceğim, tüm adalarda  inboard - outboard yüzlerce irili ufaklı  joker tipi bot dolaşıyor. (inflatable) Anlaşılan ada sakinleri bunları kullanım kolaylığından ve herhalde daha hesaplı olmalarından tercih ediyorlar.

  24 Temmuz sabahı artık uzun bir yol daha yapma fikrinden kendimizi vazgeçirip Pire yerine Kea adasına gitmeye karar verdik.  
Günlerden pazar ve Atina'da heryerin kapalı olmasının bu kararımızda etkili olduğunu söylemek gerek.  Batsi'den ayrılıp kısa bir seyrin  ardından Kea'nın limanı içinde mazot aranırken kolayca bu şansı yakaladık.Mini-tankerle dolaşıp yakıt satan birini görürseniz sakın kaçırmayın ve deponuzu / yedek bidonlarınızı  her fırsatta doldurun. 
Biz de aynen öyle yaptık.  70 litre mazot - 70 Euro bile tutmadı. (0,95 Euro/lt) - yani bize göre epey ucuz -  Peşisıra konforlu bir plajın açığında demirleyip denize girdikten sonra ver elini Vourkari. - Kea adasının aynı koy içinde daha turistik ve sosyetik olan limanı. Bu hallerde Greek Islands (DK); Greek Waters Pilot (Rod Heikell)  gibi kitaplar ve yol göstericimiz Garmin bizim yine en iyi seçimi yapmamızı sağlıyorlar.  Hiç yer yok derken, bir motoryat demir alıp ayrılınca, biz de boşalan yere baştan demir, kıçtan kara yanaşıveriyoruz. Özellikle Atina'ya max. 30-40 mil mesafede olan adalar hafta sonunda yatlarla tıkabasa dolu, limanlarda yer bulmak imkansız. Burası da aynen öyle bir yer.
 İlk kez burada görüyoruz ki, yer olmasa bile sıkışarak - itişerek bir yere bağlanılıyor. İnsanlar biraz bozulsalar bile ne  gam, herkes rahat rahat yanaşacak ve bazıları da açıkta alargada kalacak. İş bilenin kılıç kuşananın.  Tabii bir kural daha var :  Yanaşma yerine erken gelmek. akşama kaldınız mı yer bulmak iyice zorlaşıyor. Charter tekneleri akşam topluca intikal ediyorlar. 
Ertesi sabah Atina'ya doğru kuzeyli yönlerden zaman zaman sağnaklarla sertleşen deniz üzerinde batıya doğru seyir halindeyiz. Yunanistan anakarasının hemen önünde bulunan dev Evia adası bile rüzgarı kesmiyor. Bu adanın hemen arkasında Olimpic Lavrion Marina var ama bizim hedefimiz Pire. Kea ile Attika'nın güneydoğusu arasında yer alan boğaz gemilerini ana geçiş yollarından olsa gerek. Pekçok irili ufaklı ticaret gemisi ile karşılaşıyoruz. 

  Bir müddet sonra anakaranın güneydoğu ucunda denize hakim bir noktada inşa edilmiş Poseidon tapınağının sütunlarıgörülüyor. Binlerce yıl önünden geçen denizcileri  - rüzgarları  ve dalgaları olanca haşmetiyle gözlüyor olması bir anda tüylerimizi ürpertiyor. Hemen korunağına girdiğimizde deniz birden sakinleşiyor ve bu da hislerimize perçin vuruyor.
  Daha sonra Attika'nın güney sahili boyunca muhtelif yerleşim merkezlerini arka akaya bordalayarak Pire'ye varıyoruz. Anonsumuzla birlikte yoldan telefonla yer ayırttığımız Zea Marina palamarı bizi liman girişinde karşılayıp bağlanacağımız yeri gösteriyor. Marina ofisinde işlemlerimizi tamamladıktan sonra aldığımız bir kartı kullanarak elektrik ve suyumuzu da bağlıyoruz. Hava inanılmaz derece de sıcak ve güneş marinayı çevreleyen binaların ardında kaybolana kadar bu sıcak devam ediyor. 

  Akşam marinaya hakim bir tepede bulunan bir restoranda yemeğimizi yedikten sonra uykuya çekiliyoruz. 

  Sonraki 2 gün Atina'nın içini dolaşarak ekibimizin alışveriş güdülerini tatmin etmelerini sağlıyoruz. Dükkanlar klimalı ya ondan girilyormuş.. Dışarıda sıcak diyen yani... Bir akşam Plaka'da, bir diğer akşam'da Turkolimani'ye bakan  manzaralı bir restoranda keyifli yemekler yiyoruz. Titi'nin cep telefonunu Plaka'da düşürüp daha sonra bulduktan sonra ertesi gün sabahtan almaya gitmemiz anılar arasına kazınıyor. Umut'un tarif ettiği likörcü dükkanını elimizle koymuş gibi bulup, eşe, dosta ve tabii eve likörler alınıyor.
  Onca alışverişten sonra düşünüyorum da Lolita'nın en iyi yönlerinden biri de bu : Bunca şeyi hiç itiraz etmeden taşıyor kızcağız.. Ya uçakla falan dönseydik. 
   Bu arada Yorgo'yla (Kurtuluş'tan gelip Pire'ye yerleşmiş taksicilik yapıyor) tanışıp iyi dost oluyoruz. Kendisine hediye ettiğimiz Yeni Rakı öyle makbule geçiyor ki gözleri doluyor. Uzun yıllardır Istanbul'da göremediğim Kilim Oteli eski müdürü Murat abimizi Plaka'nın orta yerinde görünce oturup beraber aynı masayı paylaşıp eski günleri yadediyoruz. Atina'da çalışan partnerimiz Eleni ve patronu ile uzun uzun sohbet ediyoruz. Denizin iki yanında da insanların benzer dertleri, benzer zevkleri var.  Yine de Atina'daki insanların hayat standartları bize göre daha yüksek olduğu belli oluyor. İnsanların dostluğu ise hepimizde her zaman olduğu gibi derin izler bırakıyor.
4. gün sabahtan ikmal yaptıktan hemen sonra 10 mil güneydeki Aegina adasına doğru yola çıktık. Rüzgar yine kuzeyli yönlerden ve pupadan esiyor. Aegina - Poros - Hydra adaları Saronic körfezinde Atina'nın sayfiyesi sayılır. Bu adalara hiç durmadan hızlı deniz otobüsleri ve hidrofiller çalışıyor.  Aegina barınağına girince bir de ne görelim, bağlanacak bir tek yer bile yok. Biraz dolaştıktan sonra mecburen orada sürekli bağlıymış gibi duran bir motoryata bordalayıp, baştan her ihtimale karşı da demir atarak sancak kıçtan iskelenin ucuna atlayacak kadar yanaşıyoruz. Bizden sonra gelenler iyice perişan oluyorlar. Herkes birbiriylşe kavga ediyor, kimse ilaveten kimseyi taşımak istemiyor. Sonunda bizde dayanamayıp Polonya'lı bir grup tarafından kiralanmış ve güneyden kuzeye doğru yolculuk yapan bir yelkenliyi üzerimize alıyoruz. Söyledikleri söz çok ilginç : Bizim bayrağımızı görünce, onlar Türk bizi yanlarına alırlar demişler.

  Geçen sene Türkiye'de yaptıkları tatil onların böyle düşünmesine yol açmış. Ceyda'da onlara bu sene gittiği Polonya'dan biraz bahsedince onlar da çok memnun oldu tabii.. 

  29 temmuz sabahı Polonyalıların teknesi üzerimizden ayrıldıktan sonra biz de ayrılmaya karar veriyoruz. Görünüşe bakılırsa üzerimize döşenmiş bir demir mevcut.. Dikkatlice demir toplamayı denesekte üzerimizde bir değil iki zincir döşeli olduğunun farkına varınca sabah bir çapamızı kurtarma faaliyeti bizi bekliyor. Neyse çok zorlanmadan demire asılınca zincirleri kurtarıp yola çıkıyoruz.  20 knot kuzeyden esen rüzgarla Methana adlı şehrinde bulunduğu sahilden önce güneye sonra doğuya rota tutup, dar bir boğazdan geçince kendimizi göl gibi bir iç denize atıyoruz. Burada denize girdikten sonra akşam üzeri erken saatte Poros'un güney rıhtımına bağlanıyoruz.  İyi tarafı çalkantı olmaması, kötü tarafı ise elektrik bulunmaması. Su var ya o da yeter. Batı rıhtımında hem elektrik, hem de su var ama kuzey rüzgarı burayı sürekli çalkantılı hale getiriyor. 

  Öğleden sonra teknede otururken yanımıza çok kürekli bir sandalla yanaşan Yunanlı izci grubundan bir çocuk önce tekneye atlarken ciddi bir kaza geçirince oksijenli pamukla kendisine  yardım ediyoruz. Ardından demirleri liman tonozuna takılınca başlarında bulunan izci liderine dalarken maske verip işini kolayca halletmesine yardımcı oluyoruz. Belki de Türkler hakkında olumlu düşünmelerine katkıda bulunuyoruz. Önemli olan denizde dostluk. - ne demişler ? İyilik yap denize at :)

  Akşam yenilen yemeklerde asgari standartlar belli. Greek salad - sahanda peynir (cheese saganaki) - varsa karides - patates falan filan masanın vazgeçilmezleri. Tabii uzo'da bu kategoriye giriyor.   Yolumuz kısa olduğundan ertesi sabah çok acele etmeden Poros'un güney sahilinden (hemen beş metre ileride su derinliği 30cm'e düşüyor, bu nedenle sahile yakın ara boğazdan çıkmak gerek) ver elini Hydra. Buraya girmeden önce bir deniz molası verip daha sonra güneye dümen tutuyoruz.  Bir ara aklıma Istanbul'dan ne kadar uzakta olduğumuz gibi garip bir soru takılınca, chart plotter'da bulunduğumuz yerden Istanbul mesafesini sorguluyorum. Hoş bir tesadüf eseri Istanbul'a bulunduğumuz yerden kuşuçuşu 333 nm uzaktayız.  

  Öğlen daracık Hydra limanına girdiğimizde kıçtan kara bağlanacak tek bir yer buluyoruz. Zaten topu topu 5-6 teknenin bağlanabileceği küçük rıhtım tıka basa dolu. Biz şanslıydık ama daha sonra gelenler epey zorlandılar. Bunun sonucunda deneyimli charter teknelerinin birbiri üzerine 2. sıra yaptıklarına şahit olduk. Limanda hızla hareket eden deniz taksileri - arada bir girip çıkan hidrofil deniz otobüsleri - iyi korunmuş taş binalar ve meydana  damgasını vuran katırlar ve dolup boşalan kafelerde süregelen hareketlilik burasını son derece cazip bir liman haline getiriyor.  Liman girişinde restore edilmiş burç, denize bakan toplar, bayraklar ve heykelle son derece güzel bir görüntü veriyor. 





Öğleden sonra yakında bir koya gidip keyfimizce denize giriyoruz. Döndüğümüzde liman tıka basa dolmuş; buraya geç gelmediğimize şükrediyoruz. Limanda yer bulamasak epey problem olacak zira Hydra'nın kuzeye bakan tarafı yüksek dağların denize dimdik indiği kayalık bir sahil bandı vebu nedenle burada demirlenebilecek sığlıkta korunmalı bir koy bulmak neredeyse imkansız. 
  Ertesi sabah erken saatte havanın epeyce esmesi ve denizin kaba dalgalı olması sonucunda rotamızı değiştirip doğu yönünde Kithnos'a gitmeye karar verdik. 47 mil olan bu rotada rüzgarlar kuzeyli yönlerden zaman 25 knot ve üzerinde esti. 
  Bu havalarda 
otopilotun iş görmemesi gün boyu dümen tutunca insanın belini ağrıtıyor. Akşam üzerine varmadan Kithnos'a vardık ve limana bağlandık. Yanımızdaki charter teknesinin kaptanı demmiri uzun döşememiz konusunda bizi uyarınca biz de kendisini dinleyip demiri tazeledik. İsabet olmuş ki, birazdan burada biriken motosiklet - otomobil ve insan kalabalığını görünce gelecek olan feribotun boyunu tahmin etmek güç olmadı. Az sonra buraya yanaşan devasa feribot, limanın altını üzerine getirirken herkes marşa basıp ileri yol vererek  rıhtıma yapışmaktan kurtuldu. Adalarda feribotların yanaştığı yerlerde uzun demir bırakmak şart. Bu hengamenin ardından liman polisi  de tekneye uğrayıp beni evraklarla birlikte ofisine beklediğini belirtti. Uzun süredir transit logumuza birşey işletmediğimiz için zaten bu iş artık gerekliydi. Doğruca limanın tam karşı kıyısında bulunan ofisine gittiğimizde bir de pasaportları istemez mi ? Buralarda her limanda farklı bir şeyler isteniyor. Neyse ki anlayışlı davranıp bir sonraki feribot için rıhtıma geleceğini ve o zaman tekneye bize uğrayacağını söyledi. Sonra dan da unuttu gitti. Yoksa bu sıcakta tekrar tekneye gidip buraya geri gelmek zor olacaktı. Çocuklar plaja gitmişken bende bir iki ufak tefek tamir yaptım, ardından markette 5 Euro bayılıp, musluk anahtarını elde ettikten sonra depoyu doldurdum ve hatta bir de duş aldım.  Adanın iyi tarafı feribot gittikten sonra büründüğü sakinlik. Akşam üzeri kumsala masalar atmış bir restoranda keyifli bir akşam yemeği yedikten sonra topluca uykuya daldık.
  Tarih 1 Ağustos, günlerden Pazartesi.  Bugün de dışarıda hava esmeye devam ediyor. Biz de güneye inme fikrinden vazgeçip bu defa yine doğuya Siros adasının batı ucunda yer alan Finikas limanına dümen tutuyoruz. Bu defa yolumuz yanlızca 34 mil civarında. Yine kuzeyli rüzgarlar ve dalga bize eşlik ediyor.  Şimdiye kadar balıktan yana şansımız olmadığı halde israrla rapala çekmeye devam ediyorum. Öğle saatlerinde Finikas'a varıyoruz.  Bu adanın ve aynı zamanda Kiklad'ların başkenti olan Ermoupolis Siros adasının doğusunda ama biraz itici görünen şehirdense  daha şirin bir liman olan Finikas'ı tercih ediyoruz.
  Liman gayet güzel her ne kadar epeyce dolu gibi görünüyorsa da 2 tekne arasında kendimize bir yer bulup baştan demir ve kıçtankara yanaşıyoruz. Yanımızda bulunan motorbotun kaptanı demiri üzerine döşediğimizi zannedip biraz panik yapıyor ama sonradan bizde şnorkel/maske takıp gittik baktık. Öyle bir şey yok. Burada düzen gayet iyi kurulmuş. Hemen limanın ağzında bulunan ofiste bağlama bedeli (4 Euro) ve elektrik/su parası (6 Euro) ödeniyor, sonra elektrikte bağlanıyor - su da alınıyor. Liman polisinin ne kendisi var ne de ofisi. Burası sayfiye yeri. 
  İşlemlerimiz tamamladıktan sonra Tijen'le yürüyüşe ve alışverişe çıkıyoruz. Tekne de bir sürü eksik var. Burada deniz malzemeleri satan bir dükkan da bulunca buradan demir zincirine ilave etmek üzere 40m kadar halat ve kaybettiğimiz boyda rapala vs. alıyoruz. Eksikleri gidermek için daha sonra da bir markete gidip alışveriş yapıyoruz. Yaşlı bir amca motosikletin arkasına malzemeleri yükleyip daha biz tekneye yetişmeden limana bırakıveriyor.  Burada akşam yemeği yemek için limana tepeden bakan bir restoran var. Keyifle önümüzde dizili yelkenlilere bakarak, akşam yemeğinin tadını çıkarıyoruz. Son girdiğimiz limanlarda genellikle aynı teknelerle karşılaşıyoruz. Özellikle charter tekneleri bazen yanlız bazen de birlikte  aynı
rotada seyir yapıyorlar.  Hatta öyle ki Kithnos'ta halatını unutan bir teknenin halatını bir gün sonra Finikas'ta kendisine teslim ettik
. 

  2 Ağustos sabahı Kithnos'tan ayrılıp önce Siros'un güney ucunu döndükten sonra doğuya  Mykonos'a doğru dümen tutuyoruz. Rüzgar bildiğiniz gibi.  Mykonos'ta bizi bekleyen 2 sene evvel uğradığımız marinada(?)  hiçbir değişiklik olmadığını görünce biraz canımız sıkılıyor. Ama bu sefer buraya yanaşma tarzı değişmiş ve tekneler doğrudan birbirlerinin üzerine aborda oluyorlar. Biz de öyle yaptık, aborda olduğumuz teknenin sahibi de içinde olmadığından bir özür notu bıraktık. Geçen seferden edindiğimiz tecrübeyle derhal limanın karşısına gidilip otomobil kiralandı.  Kirliler doğruca çamaşırhaneye götürüldü. (nihayet Atina'da verdiğimiz inanılmaz laundry parasının ortalamasını aşağıya çekeceğiz.) Bu arada işin sırrı da anlaşıldı. En çok para tutan hizmet ütüymüş. Keşke Atina'da çamaşırları vs. ütületmeseymişiz.
  Suyumuz olsa da buraya gelen tankerden biraz su alıp depoyu doldurdum. öğleden sonra biraz arabayla tur atıp, yakında güneye bakan bir koya gittik ve çocuklar buarada denize girdiler. Rüzgara kapalı olmasına rağmen kuzey rüzgarı kıyıdan denize öylesine esiyor ki koyda demirleyen çok sayıda yat bile demir tarama riskiyle başbaşa...
  Akşam  doğruca şehre gidip önce liman polisine uğradım. Kendisi pasaportları da isteyince artık işimiz ertesi sabaha kaldı. Sonra biraz otantik olan iç sokaklarda turalandı ve 2 sene evvel yemek sonrası keşfedilen meydan bulundu. Pahalı sayılabilecek bir fiyata  lüks bir İtalyan lokantasında akşam yemeğini afiyetle yedik.  Ardından kızlar alışveriş vitesine takıp ara sokakları dağıtmaya çıktılar. Bana da limanda bir kahveye oturup, birkaç kadeh daha uzo içme keyfi kaldı
Mykonos   

Gürültülü akşamın ardından marinanın sessizliğinde derin bir uykuya daldık. 

  Sabah erkenden Mykonıos liman polisinin ofisinde soluğu aldım ama uzun uzun tartışan balıkçı ve polis görüntüleri arasında transit logumuza bir imza alana kadar canım çıktı. Sonra da otomobili bırakıp tekneye geldim. Bugün hedefimizde Naxos var. 
Rotamız güneye doğru 22 mil mesafedeki tanıdık ada.  Pupadan esen rüzgar ve dalgayla hızımız tekne surf yaptığında 10 knot ve üzerine çıkıyor. Tabii dümeni otopilota vermemiz de imkansız. 

  Yine de problemsiz ve keyifli yolculuğun ardından önce iskelede Naxos adası beliriyor, ardından öğleye doğru Naxos liman girişindeki tapınak kalıntıları.  Doğruca limana girip, bulduğumuz bir tonoza baştan,  iskeleye de kıçtan bağlanıyoruz. Kızlar derhal plaja gidiyor, bende doğruca uykuya..
 
  Akşam üzeri 80 yaşındaki Kostas Baba geliyor. Buraya gelirken arada sırada ya ona birşey olduysa diye düşündüğüm çok oldu. Neyse ki hayatta ve birbirimizi özlemişiz. Beni görünce derhal hatırlıyor ve herkesin suyunu açıp kaparken bizim musluğu kilitlemiyor. Dostlukta böyle birşey olmalı.. Çocukları soruyor, Titi'yi soruyor, gelecekler diyorum. Yanına bir de yardımcı tahsis etmişler artık herşeyi kendi yapmaya gücü yetmiyor anlaşılan.


  Akşam giyinip kuşanıp soluğu Nuray'ın dükkanında alıyoruz. Bir Migros torbasının içinde bir büyük yeni rakı var. Ona doğru bakıp kendisine muhtemelen özlediği 2 tanıdık şey getirdiğimi söylüyorum Biri Migros torbası diyorum, diğeri de 1 büyük Yeni Rakı. Önce şaşkınlık geçiriyor ama kısa sürede toparlıyor ve sarılıyoruz bibirimize. kızlar kocaman olmuşlar, Nuray aynı enerjiyle çalışırken kızlar da herşeye el veriyorlar.  Derhal masa hazırlandı, ahtapot ve kalamar ızgara ve uzo geldi.  Arada bir ızgara başından kopup gelen Nuray'la son 2 sene görüşmeyeli beri neler oldu bitti birbirimize anlattık.  

  4 Ağustos günü limanda günlük işler programı uygulandı. Tekneyi baştan aşağı yıkayıp, pis su tankı şamandırasını söktüm, bir güzel temizledim. Epey zamandır aklıma takılan zincirlik giderindeki paslanır vidayı söküp paslanmazı ile değiştirdim. Beste'de Nuray'ın kızlarına boncuklardan yaptığı bileklikleri hazırladı.  Bir ara kayaların oradan denize girip, keyif yaptık. Akşamüzeri Kostas Baba geldiğinde tüm ekiple kucaklaştı.  Resimler çekildi, anılar tazelendi. Sonra likörcüye gidilip itina ile Naxos'un likörlerinden alındı. Şimdi, anlıyorum, Ege'deki batıklardan ne diye binlerce şişe içki  çıktığını :)) 

 
  Akşam olunca birkez daha soluğu Nuray'ın lokantasında aldık. Kızların resimleri çekildi, bileklikler verildi, onlarda kızlara hediyeler verdiler, Nuray'da bize bir likör getirdi.  Alem adam hiçbir şeyin altında kalmıyor. Neşeyle yenen yemekten sonra veda zamanı geldi. Sarıldık birbirimize ve en kısa zamanda görüşmek üzere sözleştik. 
  Artık uzun Ege yolculuğunun Türkiye'ye daha yakın seyir bölümüne başlama zamanı gelmişti. 5 Ağustos günü rüzgarsız bir havada Naxos'tan ayrılıp motor seyri ile Patmos'a geçiş yaptık. 66 millik bu uzun sayılacak yolda kayda değer birşey olmadı ve akşamüzeri hava kararmadan Patmos'un kuytusuna girdik. Limanda ilk kez bu kadara sayıda Türk teknesi görüyoruz. Guletler buraya Türk limalarından yolcu taşıyor olmalılar, ya da Yunanlı firmalar tarafından kiralandılar ve haftalık cruise yapıyorlar. 
Ama bir de ilaveten Türk bayraklı yelkenliler gördük ki, bu da sevindirici. İnsan buralarda daha çok Türk teknesi görmek istiyor Kıyıdaki büfeden elektrik almak mümkün ama geceyarısı kapatmadan fişi çekiyorlar haberiniz ola..  Suya gelince eskisine göre daha organize olmuşlar, sabah tankerle dolaşıyorlar.  Patmos'ta hayat diğer adalarla aynı şekilde sürüyor.  Bazen Ege'nin ötesine geçen en ufak boy teknelerden biri olduğumuz  fikri hoşümuza gidiyor, bazen biraz büyücek bir teknemiz olsa ne iyi olur fikri ağır basıyor. Kısmet ?? 

  Artık giderek tatilin sonuna yaklaşıyoruz. Bir sonraki gün yolumuz Pitagorio limanına.  Güneydoğu yönünden sancak kıç omuzluktan esen kuvvetli rüzgarla kuzeydoğuya doğru hızlı bir seyir halindeyiz. Öğleden sonra Pitagorio limanına varıyoruz. Limanda bağlanacak tek yer bile yok. Dar bir aralık görünce önce demir bırakıp kıçtan 2 tarafta bağlı teknelerin yarısına kadar kendimizi sokuyoruz. Daha sonra 2 tarafımızdaki  teknelerin koltuk halatlarını gevşeterek kendimize yer açıyoruz. Yanaştığımız yerde bulunan ve denize inen 2 merdiven pasarela koymayı zorlaştırıyor hem de daha fazla yanaşmayı. Derhal su ve elektrik bağlanıyor. Her yerde yapılacak ilk iş bu.  Sonra ya panoda yer kalmıyor ya da su bağlanacak boş musluk. Burada tekneyi aklayıp pakladıktan sonra kızlar alışverişe çıkmış bende tekne de keyif yaparken bir komando müfrezesi bando eşliğinde gelip teknenin önünde  başlıyorlar mili marş eşliğinde önümüzde çekili Yunan Bayrağını gönderden indirmeye. Kısa süren şaşkınlıktan sonra teknede yatar vaziyetten bayrağa saygı konumuna geçip, şimdi bu Türk ne yapacak bakalım diyen meraklı gözlere prim vermeden bu fasıl sona eriyor. Meğer 6 Ağustos Pitagorio'nun  Türkler'den kurtarıldığı gün değil miymiş?? Biz de tören mahallinin tam orta yerine bağlanmışız ama haberimiz yok.  Doğrusu bu davranışım yandaki tekne komşumuz Yunanlı kaptanın çok hoşuna gitmiş olmalı ki, kızlar tekneye atlarken biçimsiz duran pasareladan geçmesin, bizden buyrun geçin diye misafirperverlik gösterdiler.
Ertesi sabah Pitagorio'dan ayrılıp Sakız'a gitmeyi planlamakla beraber yol epeyce uzun olduğundan arada Alaçatı'da geceleme yapmaya karar verdik. 57 mil yolumuz var ve rüzgar bugün de kuzeyli yönlerden esiyor. Alaçatı'da daha önce gülünç bir anımız vardı. Burası bir sörf cenneti olmakla beraber, girişte iskelede yer alan sahil son derece sığ bir kumluk ve dikkat edilmezse oturmaya müsait. Bu defa çok dikkatli hareket edip, geniş bir kavis çizerek koy ortasındaki şamandıranın  dışından dolanarak marinaya giriyoruz. Burada haberler iyi : Alaçatı Marina hizmet vermeye başlanmış. Bizi bir palamar botu karşıladı ve baştan tonoz halatı alarak kıçtan kara bağlanmamıza yardımcı oldu. Su ve elektrikte bağladıktan sonra doğruca liman girişindeki  restoranın yolunu tuttuk. Yemekler güzeldi ama bunca günden sonra tatil boyunca ilk kez burada sivrisinek saldırısına uğramak gücümüze gitti. Adalarda sinek yoktu demek, şimdi farkına varıyoruz. 
  8 Ağustos günü kısa bir seyirle Alacatı'dan Sakız adasına geçiyoruz. Burada da her zamanki gibi limanın iskele tarafına düşen yat limanı karşısında baştan demir atarak kıçtan kara yanaşıyoruz. Öğle sıcağında şehirde bir tur attıktan sonra, kendimizi limanın güney ucunda yer alan bir otelin havuzuna atıyoruz. Sadece içecek karşılığı havuzdan istidfade etmemizi kabul ediyorlar. Deniz hem çok dalgalı, hem de yakında doğru dürüst bir plaj yok. Burada öğle saatlerinde geldiğimizde elektrik şebekesine prizimizi takmamıza rağmen cereyan kesikti. Sonra akşamüzeri teknede otururken, bir elektrikçi peydah oldu ve gelip bizim prizin sigortasını onarıverdi. Şans işte, bedava tarafından enerji diye buna denir. Bu sefer liman polisi bize uğramıyor. Artık bu adalarda Lolita'yı iyice kanıksadılar sanırım.  Akşam olmadan yakıt almayı düşünüyorum ama yakıt bu defa ayağımıza gelmiyor. Karşımızda bulunan iskelenin ucuna kadar mini tankerler giriyor ve buraya yanaşan teknelere sıra ile yakıt veriyorlar. Benimse demiri toplayıp atmak işime gelmediğinden bir bidonla mazot almayı tercih ettim. Bu sıcakta daha fazla izdirap oldu ama yakıtı da sağlama aldık. 

  9 Ağustos günü sabah Sakız 'dan ayrıldık ve Oinussa boğazında kafadan gelen biraz dalga ve sert rüzgardan sonra kuzeye tırmanmaya başladık.  Sonra deniz sakinleşti ve hava da kaldı. Bir müddet sonra önce Plomaron göründü ve arkadan Midilli'nin güney doğu ucundaki rüzgar jeneratörü. Daha sonra da Midilli limanı. Limandaki sınır polisine Türkiye'den değil Sakız 'dan geliyoruz diye bilgi verdikten sonra gidip limana kıçtan kara yanaştık.  Daha sonra Midilli'den eşe dosta zeytinyağı - uzo vs. almak üzere çarşının yolunu tuttuk. Tabii kızlarda ceplerinde kalan son Euro'ları harcadılar.
  

  Artık 22 günlük seyrin son günü. 10 Ağustos sabahı kuzeyden son derece sert esen ve deniz kaldıran rüzgarla birlikte karşı sahile Ayvalık'a geçtik. Kısa olmasına rağmen rahatsız bir seyir oldu.  Burada Ortunc'un önünde denize girdikten sonra vakitlice Ayvalık Setur Marina'nın yolunu tuttuk.  Önce depomuzu doldurduk ve daha sonra abimiz Yusuf Köprülü'nün rezerve ettiği yerde Berna-2- 'nin yanına  yanaşıverdik. 3 haftadır burada duran arabamızı temizleyip eşyaların bir kısmını toparlamaya başladık. Ama esas temizlik ve taşınma ertesi günü.  

  Sabahtan Lolita'yı Ege'nin tuzundan arındırıp, suyunu doldurup aklayıp pakladıktan sonra, Ayvalık Marina'ya emanet edip Istanbul'a arabayla dönüş yolculuğuna çıkıyoruz. Lolita'mız bir süre sonra Tolga ve Tunç tarafından Istanbul'a getirilecek.
  İnsan uzun gelen zamanın bu kadar çabuk sona ermesine inanamıyor.  
Bu sene Ege'yi Doğudan batıya geçmenin ve tekrar geri dönmenin gurur ve keyfine varıyoruz. Adalar peşpeşe geride kalıyor, birkaç sene önce önce edinilen dostlala yeniden buluşuluyor. Yeni yeni dostlar ediniliyor. Hepsinden önemlisi Lolita bize gerçekten Ege'nin, mavinin ve doyasıya tatilin keyfini birkez daha yaşatıyor.  Bu notları bu parkurlarda seyir yapmayı arzu eden denizci dostlarımıza armağan ediyoruz. 
  
Lolita'nın ekibi artık yelkenli teknede tatilin keyifli bir tutku olduğunu düşünüyor.   (Her ne kadar Ceyda dalgalı denizde seyir beklenenden uzun olduğunda '' GO'cum Allah'ın bi enayisi biz miyiz?'' diye sorup;  hemen ardından sen bizi iyi bulmuşsun diye durumu özetlese de)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İlk teknemizin önce alınma ve sonra veda öyküsü

Önsöz / Intro