2006 : Hisarönü

Ağustos 2006 : Hisarönü ve Dodecanes



2006 rotamız Hisarönü - Simi ve Rodos
  Daha önceki seyirlerimizde Istanbul'dan Bodrum'a inişimizi anlattığımdan bu bölümü izninizle yazmıyorum. Ancak şunu ifade edebilirim, Hızlı gündüz seyirleriyle Istanbul - Mürefte - Bozcaada ve Midilli'nin batısından Çeşme yoluyla 4.günün sonunda Bodrum'a bağlandık.  Yolda gördüğümüz Midilli'nin batısındaki kayalara oturmuş yelkenli bu seneki seyrimizin ilginç görüntülerinden birini oluşturdu.


Burada geçirdiğimiz birkaç gün boyunca 2007 ilkbaharında kaybettiğimiz dostumuz Şenol İskeçeli (S/Y Eda yelkenlisinin reisi) ile beraber olduk. Güldük, yedik içtik, sanki hastalığı yenmiş ve eski günlere geri dönmüştü. Neşesi ve her zamanki çıkıntılığı üzerindeydi.  Tanrı gani gani rahmet eylesin.

  9 Ağustos günü sabah rüzgarı ile birlikte Bodrum'dan Datça yarımadasının burnuna yelken açtık. 50 millik bir yolumuz var.  Kuzeyli rüzgarlarla kısa sürede burnu 
döndüğümüzde Knidos harabeleri'nin de bulunduğu koyda yapılmış uzun iskelenin sancak tarafına bordaladık. 
Pırıl pırıl suda ahşap direkler üzerine son derece iyi inşa edilmiş ve bakımlı bir iskele. Günübirlik bağlama ücreti 10YTL. Elektrik ve su da mevcut. İskele ucunda servisi zayıf bir lokanta var, çeşit yok, fiyatlar tek lokanta olması sebebiyle biraz pahalı. İskelenin altı balık kaynıyor. Burada şnorkelle yüzmek ayrı bir zevk. 
 
  Öğleden sonra kıyı boyunca doğuya doğru saçak altı olmasına rağmen dağlardan inen rüzgarla dalgalı bir seyirden sonra, İnceburnu döndükten sonra deniz palpa liman oldu. Datça Limanı kalabalık ama kendimize bir aralık bulup kıçtankara bağlandık. Daha önce okumuştum ama ben de görünce teyid etme imkanı oldu, Datça Liman görevlileri oldukça havalılar. Bağlama bedeli 30 YTL.  Yakında market - restoran vs. bol. Tabii bu mevsim de yerli turistlerde burayı mesken tutmuş. Gürültülü bir uykudan sonra sabah doğuya doğru yolculuğa devam ediyoruz. 

  10 Ağustos sabahı Datça'dan ayrıldık, yolumuz 21 nm. Kuruca Bükü önünde denize girdik. Sahil silme çam ağacı. Hisaönü Körfezi'nin en güzel yanı bu bol yeşili. Sahilde bir kamp var ama, konaklayanı az olsa gerek ki, kıyıdaki şezlonglar boş. Yol üzerinde Tavşan adası açığında duraklıyoruz. Burada sahilde ormana gömülü dev bir otel var. Kıyıda katamaranlar - surfler cirit atıyor. Bizimkiler atladılar bota doğru adaya, teknede ne kadar salatalık vs. varsa tavşanlar beslendi. Resimler çekildi. Bunlar artık, insan olmadan aç kalır.
   Öğle saatlerinde Bencik koyuna vardık. Burası yine yeşili bol oldukça derin bir koy. Yeşilin bolluğundan denizde sanki bulanıkmış gibi bir görüntü veriyor ama dalınca tabii ki pırıl pırıl bir su ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Burada bağlanacak bir yer ararken, tekneyi yandan karaya oturtmaz mıyız :-) Sahilde bağlı teknelere film çıktı. 3 kişi tekneden atla sağdan soldan it öğle sıcağında yarım saat sonra Lolita kıpırdadı. Teknenin üzerinde dümende Beste var ve tam yol tornistan vermiş. Bir anda arkadan tekneye yapıştım ve beste kaptan'a vitesi boşa al talimatı verdim. Neyse tekneyi hemen durdurduk ve kendimize bir güvenli demir yeri bulup demirledik.   Tabii merak bitmez sonra bakalım nereye oturmuşuz diye tak şnorkeli yüz sahile ve oturulan yeri bul. Bir anda 4-5 metrelerden yukarı 1 metreye tırmanan taşlık bir yarın kenarına. Eh buraya da izimizi bırakmış olduk. 
  Akşam saatlerinde Martı marina'ya giriş yaptık. Gerçekten son derece güzel bir yere konumlanmış, sessiz ve yeşillikler içinde bir marina. 2 adet restoranı da birbirinden güzel. Fiyatlar Knidos'la mukayese edilecek olursa(yemeğe/kaliteye göre) çok uygun. Balık Lokantasi olan Fanari biraz daha tuzlu.


Ertesi günü burada dinlenip o ağaçların gölgelediği eşsiz havuzun keyfini çıkarmaya karar verdik.

 Eğer yolunuz buraya düşerse bu havuzda bir gün geçirin. 
  12 Ağustos sabahı marinayı ödeyip yola devam edeceğiz.  Aşağı yukarı 24 nm yolumuz var. Lolita için marina ücreti gecelik 18 euro ve internet bağlantısı 3 euro/gün. Rotamız güneybatıya doğru ve rüzgar  batıdan 20 knot esiyor. Dalgalarda surf yapıp bir de çıkrıkla rapala çekerken, ne olduğunu anlamadan çıkrık ötmeye başlayınca bir de baktım, bizim oltanın üzerinden dıştan takma motorlu sandalıyla Algida dondurma satan bir tekne geçmiyor mu.. Gitti güzelim rapala. Dağın başında - dalgalı suda Algida, yurdum insanı ekmeğini taştan çıkarıyor. Akşam Bozburun'a bağlanıyoruz. Biraz tozlu, sıcak ve sakin bir kasaba. Kasabanın hemen dışında lüks butik oteller var ve restoranlar var. Mesela Sabrina's House / Orfoz restaurant falan.(Bunu ertesi sabah keşfediyoruz)  Biz ise basit ve salaş bir lokantada akşam yemeğimizi yedik. 

  13 Ağutos sabahı önce Bozukkale koyuna doğru rota tuttuk. Burası da kıyısında Loryma harabelerinin bulunduğu eşsiz bir koy. Kıyıda birkaç restaurant ve açıkta bağlanmak üzere şamandıraları bulunuyor. Biz oradayken bağlanmak üzere hazırladıkları iskeleyi oldukça ilginç bir yöntemle uzatıyorlardı. Denize insan gücü ile kazık çakmanın canlı gösterimine tanık olduk. Koyun içi balık kaynıyor. Ne yazık ki bizim oltalara pek rağbet etmiyorlar. Öğleden sonra dalgalı denizde Rodos'a yelken açıyoruz. Rodos limanı Türkiye'ye bakan sığlık burnun hemen doğusunda.


Limana iki tarafında heykelciklerin bulunduğu bir aralıktan girip, misafir yatların bağlandığı yere kıçtan kara yanaşıyoruz. Hava o kadar sıcak ki, buarada liman işlerini yapmayı gözüm yemiyor doğrusu.  Burada gözümüze bir handling agent kestirip, ofisine dalıyorum. Biraz sohbetten sonra 100 Euro karşılığı tüm işlemlerimizi yapıp hallediyor. Giriş, transit log, 2 gün liman ücreti vs. herşey tamam. 10 Euro karşılığında bir de kart alıp, elektriği açıyoruz. Kendisi de bize uygun bir soket buluyor. Bu hizmet bedava. Rodos, bir Yunan adasına benzemiyor. Heryer yabancı turist dolu. Adanın daha çok İtalya'ya benzeyen bir havası var. Rodos şövalyelerinin yapmış oldukları kaleiçinin ve binaların bunda büyük etkisi olmalı. Biz de burada olmak sebebiyle, sıcağa aldırmadan kaleiçinin dar sokaklarını ve surları gezip bol bol resim çekiyoruz. Bugün yaklaşık 29 nm yol gelmişiz.
Ertesi gün sabah teknede otururken limanda bir hareketlilik gözüme çarpıyor. Demir toplayıp gitmeye kalkan teknelerden biri liman ortasında demiri takıyor. Bu Rod Heikel'in kitabında bahsi geçen orta tonoz olmalı. Defalarca dalıp çıkmalarına rağmen pis liman suyunda demirlerini kurtaramıyor ve buranın dalgıç kulübüne (buna alışık olmalılar) gerekli ödemeyi yapıp demiri kurtarıyorlar. İnsanın aklına misafir yatları için yerinde olmayan tonoz halatının kasten orada bırakılmadığı geliyor. Bu durumdan vazife çıkarıp etrafı kolladıktan sonra bende boş bir tonoz halatı bulunca az rüzgarda derhal demiri toplayıp tonoza bağlanıyorum. Ertesi güne ne olacağı belli olmaz. Rüzgar akşamda esmeye devam ediyor. 

15 Ağustos sabahı buradan ayrılıp rotamızı Simi'ye çeviriyoruz.  Mesafe 24 nm. Dar apaz / orsa seyriyle yukarı tırmanıp, Karaburun'u dönerek Simi'ye  vardığımızda gerçekten süper bir manzarayla karşılaşıyoruz. Derin bir koy, iki tarafta yükselen tepeler, teras şeklinde dizilen evler ve yol boyunca lokanta ve dükkanlar.  Koyun böylesine dar ve derin olması, sahile çok yakın bırakılan demirimizin nerdeyse apiko konumunda tutmasını sağlıyor. Limanda bir liman amiri kimin nereye bağlanacağına müdahale ediyor. Buraya akşamüzeri gelenlere geçmiş olsun. Eski senelerdeki alışkanlıkla öğlen girip kolayca yer buluyoruz ama akşam gelenler bağlanacak yer bulamıyorlar. Liman gerçekten çok kalabalık. Çok sayıda yabancı yat ve Türk guleti buraya gelmiş. Ortalık öğle sessizliğindeyken, botumuza atlayıp karşı sahile geçerek, liman polisine kayıt veriyoruz. Simi dağlık bir ada, üzerinde fazla bir bitki örtüsü yok ama deniz mahsulleri bol. Öğleden sonra denize girdiğimiz bir kafenin önü bile balık kaynıyor. 


                 Symi

Bu bereket Manos'un dükkanına da yansımış tabii. Manos, buranın lüks sayılabilecek tek restoranı. İçerideki şef çat pat Türkçe'de öğrenmiş. Hınzır jet gibi bir servis yapıp bizim de tıkanmamıza yol açıyor ama yiyecekler neredeyse tüm Yunan adalarının en iyisi.  Ehh tabii fiyatta biraz yukarılarda. 4 kişi 135 euro..

Liman ücreti hesaplı 8 euro günlük, su ve elektriğe ise 10 euro alıyorlar. Su belli saatlerde veriliyor. waterman gelince suyu doldurmak şart. 

Ertesi günü de burada geçirip, dolmuş teknesiyle yakındaki bir koya gidiyoruz. Bütün denize girdikten sonra akşam yine Manos'a dönüyoruz. Bu sefer dünden tembihli deniz kenarı masa ayırdık neyseki. Hem de tecrübeliyiz bizi yemekte koşturmuyorlar.
  17 Ağustos sabahı Simi'den ayrılıp Kos'a geçeceğiz. Yolumuz 45 mil. Sabah kalktığında Ceyda hastalanmış ve yüzü gözü davul gibi olmuştu. Birşeyden zehirlenmiş olmalıydı. Tijen'in sürdüğü ilaçlar çok fazla fayda etmiyor ve zamana bırakıyoruz. 

Bu arada bir gece önceden biraz münakaşa edip, bu tatili de boş geçirmedik - uzun seyir sendromu aynen devam. Yolda rüzgarlar çok kuvvetli ama saçak altından zorunlu bir mola ile Knidos'u buluyoruz. Knidos'ta bağlı iken denizin diğer tarafını görmek mümkün.  Rüzgar biraz hafifleyince bunu fırsat bilerek tekrar yola çıkıyoruz. Maksadım Kos'un burnunu kerteriz alıp, kendime bir saçak altı daha yaratarak, ters bir havadan kaçmak.  Sen misin böyle düşünen, Kos'un önlerine geldiğimizde hava patlıyor ve birden 40 esmeye başlıyor. Anında denizler yükseliyor ve kafadan gelen her dalga kovayla su boşaltılmışcasına üzerime boşalıyor. Bu arada yakın bir koya kaçıp demir atmaya uğraşırken bimininin krom borusu Tijen'in kafasına geçiyor. Bir an şuurunu kaybeder gibi oluyor ama kızlar içeriye götürüp, konuşarak - ADEK kitabından ilk yardım arayarak durumunu iyileştirmeye çalışıyorlar. Ben dümenden ayrılamıyorum.  Sahile yakın bir yerde 5-6 metre derinliğe 40 metre zincir bırakıp demirliyorum, ama rüzgar sahilden gelip bizi açığa atmaya çalışıyor. Sonunda demir tarıyoruz ve bir anda yine kendimizi açıkta buluyoruz. Yapılacak birşey yok, motorla devam edeceğiz. Aslında Kos'un dibindeyiz ama yine de 1 saat yolumuz var.  Surflerin bayram ettiği rüzgar bize eziyet oluyor ama 1 saat sonra bitkin vaziyette Kos marina'dan izin alıp içeri giriyoruz. 1 günlüğüne yerleri var neyse ki. Hemen banyo vs. ve pestilimiz çıkmış halde dinlenmeye geçiyoruz.  Ceyda'yı Kos hastanesine götürüp bir baktırıyoruz ama Titi orada iğne yapmalarına izin vermeyip sonunda mecburen kendisi bir iğne vuruyor.  Ceyda bu ağır zehirlenmeden ancak 3 gün sonra kendine geliyor. Kos'tan ayrılış ise bir alem, yanımıza yanaşıp,üstümüze demirleyen megayattan demiri kurtarıp oradan çıkmak için tam bir gece kafa patlattıktan sonra tereyağdan kıl çeker gibi Kos'tan demir alıyoruz.


Bir iki gün daha Kos'ta kaldıktan sonra önce tekneyi Bodrum'a bağlıyoruz, ardından Istanbul'a dönüyoruz. Lolita'mızı aynı gün Bodrum'a gelen arkadaşlarımız Tolga Aybers ve Oktay Urundul yukarıya çıkarıyorlar. Bir Ege seyri daha (bizim için 523 mil) böylece tamamlanıyor.

2007 yılında önce elime geçen bir broşür ve sonra yaptığımız  boatshow ziyaretleri esnasında hakikaten hoşumuza giden yeni bir tekne bulunca kanımız kış üzeri kaynamaya başlıyor. Yeni beğendiğimiz tekne bir Beneteau 40 Oceanis, en yeni modeli.

Hesaplar, kitaplar düşünmeler, fuar sonrası bir deneme seyri derken siparişi veriyoruz.  Evet bunun anlamı Lolita'ya veda etmek. Bu nedenle her hafta sonu içindeyken içimiz buruk. Ama ona bizim kadar iyi bakacak bir aile arıyoruz. Bunu ilanlarımızda da hep dile getirdik. Sonunda gerçekten Lolita'ya titizlikle bakacağını düşündüğümüz bir müşteri bulup anlaştık ve teknemizi 17 Temmuz 2007 günü kendisine teslim ettik. 
Dileriz seyirleri yine uzun olur ve yelkeninden sakin rüzgarı, omurgasından mavi berrak sular hiç eksik olmaz. Salonunda, güvertende ve havuzluğunda geçirdiğimiz uzun günler, yıllar boyunca bizlere ve hayatımıza kattığın güzellikler için sana minnettarız.

Gökhan - Tijen - Beste  - Ceyda

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İlk teknemizin önce alınma ve sonra veda öyküsü

Önsöz / Intro