2008 : Dodecanes ve Kılıç balığı

Haziran/Temmuz 2008 : Yine Ege'de 1000 mil

2008 rotamız Yunan Adaları üzerinden Bodrum gidiş ve Gökova, bir süre çalışmak üzere Istanbul'a döndükten sonra ise yeniden Bodrum'a  uçup tekrar kuzeye çıkış. 
Rota : Fenerbahçe - Çanakkale(135nm) - Ayvalık(75nm) - Çeşme(70nm) - Pitagorio(60nm) -Patmos(28nm) - PortLakki(30nm) -Kalimnos(14nm) - Kos(14nm) - Çökertme(25nm) - Okluk(18nm) -Söğüt (5nm) - Bodrum(36nm) Turgutreis(10nm) - Gümüşlük(2nm) - Panteli(24nm) - Marathonas(15nm) - Pitagorio(22nm) - Dalyanköy(65nm) - Ayvalık(60nm) - Bozcaada(52nm) - Kaleköy(35nm) - Çanakkale(32nm) - Şarköy(48nm) - Marmara Adası(20nm) - Trilye(58nm) - Fenerbahçe(36nm) 
 Toplam yol :  1000 mil üzeri

  Daha önceki seyirlerimizde Istanbul'dan güneye inişimizi anlattığımdan bu bölümü izninizle kısa geçiyorum. Istanbul'dan 17 Haziran Salı sabahı sabah 04:30'da palpa liman bir havada motor seyriyle yola çıktık ve 23:30'da Çanakkale'ye bağlandık. Tekne hızlı; motoru 2200 - 2400 devirde kullanıyorum. Şarköy'de bağlanma fikri sıcak gelmeyince Çanakkale'ye devam ettik. Burada yakıt alırken küçük bir şok yaşadık ve 204 litre yakıt verdiğini söyleyen arkadaş tabii gece yarısı parasını da bizden talep etti. Doğrusu yakıt depomuz 200 litre idi ve yakıt göstergemizde yarım depo yakıt olduğunu gösteriyordu. Ayrıca buraya sıfır yakıtla intikal etmiş olamazdık. İyi ki motor hava falan yapmadı diye de düşünmedik değil, ama canımız da sıkıldı daha ilk günden. Daha sonra anladık ki, mazot göstergemiz doğru göstermiyor ama 204 litre yine bile kuşku götürecek bir durum. Her neyse kimsenin günahını almak istemem.
  Yine de saatte yakılan mazot miktarını bilmek ve motor saatini logbook'a kaydederek izlemek en doğru yol. Herkese peşinen tavsiye ederim. Bizim 40 HP Yanmar,normal devirde saatte 2,5 - 3 litre civarı yakıyor. Ortalamayı 3 bilemediniz 4 litre tutmak güven verir.

Yol üzeri 2.durak Ayvalık, 3.durak ise Çeşme Belediye Marina oldu ve burada Beste'de aramıza 3 gün gecikmeyle katıldı. Buradan ver elini Pitagorio. Pitagorio'ya 22-25 nm NW- N yönlü rüzgarlarla jet gibi indik. Adanın doğusunda bir civarna neredeyse güvertede bağlı olmayan ters kapak botumuzu uçuracaktı. Akşam üzeri Pitagorio Marina'ya bağlanıp, bir soluk aldık. Tabii akşam doğruca liman içinde bir taverna bulup Türk Milli Takımının Hırvatistan maçına yapıştık. Etrafta bizden başka Türk yok.  1-0 mağlubiyet gelince yüzümüz tam asılmışken bir mucize oldu, o maçı penaltılarla da olsa çevirdik. Kendimizden geçmişiz - Yunanistan toprağındayız ama daha giriş bile yapamamışız - herkes bizi de kutluyor. Hesap geldi 100 Euro.. Eee o kadar olacak. Maç nedeniyle uzoyu biraz fazla kaçırdık tabii. 
  Ertesi gün hava epey sert, buarada bir gün daha kalmaya karar verdik. Sabahtan giriş işlemlerimizi tamamladık. Transit logumuzu aldık, bir de minik otomobil kiralayıp, adanın çevresinde bir tam tur attık. Samos oldukça yeşil ve münbit bir ada. Pek çok yeri üzüm bağları ile dolu.  Tatlı şarabı da pek meşhur.
Ertesi gün yola devam. Naxos projesi o bölgede aşırı rüzgarlar olduğundan derhal revize edildi ve ver elini Patmos dedik. Buraya geldiğimizde iri kıyım motoryatlar baştan 45 derece bir koltuk almak suretiyle limanın yarısını bloke etmişler. Yunan bayraklı olunca kimse ses edemiyor anlaşılan. Biz de kalan son aralığa baştan demir döşeyerek kıçtan kara olduk. Yandan esen sert rüzgarda kafayı tutmak için manevra pervanesinin çok faydası oldu.
 Yanımızda başka bir tekne (Avusturya Bayraklı) 2 kez demir tarayıp demiri tazelemek zorunda kaldı ve 2.cisinde de rüzgar yüzünden motyoryatlardan birinin zincirine taktı. Neyse ki işi daha iyi bilen bir İsviçreli botla yardıma geldi de kendilerini 1 saat sonra kurtarıp, yeniden yanımıza yanaşabildiler. Patmos eski tas eski hamam önceki seyirlerden bu yana değişen bir şey yok.  
23 Haziran Pazartesi sabahı Patmos'tan yine kuzeyli rüzgarlar eşliğinde Leros'un doğu tarafına geçtik. Bu parkuru daha önceden geçmemiştik. Doğu tarafta önce Aya Marina koyuna baktık ama şiddetli rüzgarlar ve bağlanmaya uygun bir yer olmaması nedeniyle devam ettik. Bu geniş koyla bir sonra pilot kitapta belirtilen Panteli koyunun arasında yüksek bir tepe üzerinde bir Ceneviz kalesi ve düzenli aralıklarla sıralanmış tarihi yel değirmenleri var.  
 Panteli koyu ise son derece temiz bir koy. Köy denizden uzak, deniz kenarında bir kaç restoran ve bir de plaj var. Küçük medirekin içi ağzına kadar balıkçılarla dolu. Tekneyi orada da bir sonraki koyda da demirde bırakmak fikri aklımıza yatmadı. Hemen güneyinden adayı harmanlayıp, batı sahilindeki Port Lakki'ye girdik. Burada Lakki Marina'da şansımız yaver gitti ve son kalan tonozlu bağlanma yerine biz kapağı attık. Lakki koyunda yepyeni bir marina daha yapmışlar ve içinde tekneleri bağlamışlar. Daha sonra botla bir keşif yaptık. Ne var ki diğerine göre şehirden bir parça uzakta. Yine de alternatif olması oldukça faydalı.  Burada başka bir yata yakıt veren mini tankeri görünce biz de hemen fırsattan istifade depoyu doldurduk. Burada 110 litre yakıta 165 Euro ödedik. (Kabaca 310 YTL; Türkiye'de yanılmıyorsam 375 YTL civarı olsa gerek)
Aklım Panteli'de kaldı ve akşamüzeri derhal bir taksi tutup arka tarafa geçtik. Taksi 5 Euro. Gerçekten Panteli, Lakki'ye göre çok daha sevimli. Oraya geldiğimizde bir de ne görelim, bizim demir atmadığımız limanın ağzına 3 tane Yunan bayraklı charter teknesi demir atmış, karadan da kıç koltuk halatı almışlar, botla var gel yaparak oyun ediyorlar. Neyse aklımızda olsun dedik. Akşam burada Psarapoulis'te masalar kuma çekildi, denizin dibinde mükellef bir yemek yedik. Deniz kestaneleri, karidesler, mezeler.. 
Serviste bıyıklarıyla  meşhur Hüseyin Baradan'ın gençten bir kopyası Nikos var. Tabak üstüne tabak getiriyor. biz de ürktük ama hesap bizi tersine gerçekten ucuz olmasıyla şaşırttı. Giderken de hediye 1 minik şişe Mini Uzo ile benden 10 numara aldı tabii. 
Ertesi gün buradan ayrılıp kısa bir rota ile doğusundan Kalimnos'a geçtik. Kalimnos koskoca ticari bir liman. Ferryler vızır vızır gidip geliyor. Limanın en gerisinde iskele tarafta, baştan demir atıp, yatların kiçtan bağlandığı bir sokak önü rıhtım var. Buarada elektrik ve suda var. Elektrik/Su 5 Euro. Bağlanma ücretini ise port police alıyor. 7-8 Euro civarı bir şey olsa gerek.  Kalimnos'luların Türkleri ve hatta yabancıları genel olarak sevmediği kitaplarda yazar ama biz ters bir şey görmedik. Akşam basit bir lokanta da yemek yedikten sonra uykuya daldık. İyi de yapmışız sabahın köründe motorsikletler, otobüsler müthiş bir gürültüyle bizi uyandırdı. Bizde halatları çözüp doğru Kos'a hareket ettik.  Kos konaklamamızda marinayı tercih ettik, zira hem hafta içiydi, (Yani yer bulma ihtimalimiz yüksekti) hem de Kos'ta iç limanda başlarda bir yere bağlanmayınca derinlik kurtarmayabilirdi. Bu arada pilot kitapta yazan VHF kanalından cevap yok. Meğer değişmiş. Yanına gidince gördük ki kanal 77'den anons edince cevap veriyorlar. Bağlanma ücreti su ve elektrik dahil 25 Euro (gecelik) WIFI bile mevcut. tabii kızlar bu işe bayıldı. Akşamüzeri Kos'ta bir alışveriş turu yapıldıktan sonra daha önceden belirlediğimiz marina yolu üzerindeki bir restorana oturduk. Akşam yine milli maç var. Bu sefer rakip Almanya. Çok çok iyi oynamamıza ve  2 sefer geriye düştükten sonra berabere duruma getirdikten sonra son dakikada aptalcana bir gol yiyip, yarı finalden geri dönüyoruz. Ama ezilmeden olması bile bize gurur veriyor.  Bu arada sadece Kos'ta bulunan Pilavas - Mirtilli - Fragoli likörlerini yemek sonrası tatmanızı tavsiye ederim. 


Ertesi sabah Kos'tan çıkış işlemlerimizi bitirip, Türkiye'ye giriş yaptıktan sonra Gökova tarafına geçiyoruz. Burada ilk durak Çökertme. Daha koya girer girmez sizi ellerinde tonoz şamandıralarını sallayarak karşılayan çocuklar, yatları kendilerine çekebilmek için gayret sarfediyorlar.  Biz de Rose Mary'e bağlanıyoruz. Yüzer dubalardan bolcana sallanan bir iskele yapmışlar ve yaklaşık 10 tane kadar yat bağlanıyor. Akşam biraz meze ve büyükçe bir deniz çipurasına 300 YTL gibi bir hesap ödüyoruz. Bu ulaşımı kısıtlı lokantanın günahı değil belki ama Yunanistan'dan epeycene daha pahalı olmaya  başladığımız gerçeği bir kez daha ortaya çıkıyor.  Deniz ise temiz iskeleden girip yüzmek mümkün.  Ertesi sabah önceden karara bağlanan gözlemeler sahilde yenilerek ve buradan el yapımı mantı alınarak öğle vakti hayata geçiriliyor. Bundan sonraki duraklarımız ise Okluk Koyu ve ardından Söğüt Koyu,Global Sailing İskelesi 
Okluk Koyu'nun girişinde Sadun Boro tarafından yaptırılan deniz kızı heykeli, mavi tur gezginlerini selamlıyor.  Burada da Çökertme benzeri bir restoran var. İskele de sanırım onlara ait. Adı Kaptan Restaurant. Yemek idare eder ve 4 kişi 110 YTL verip bir gün öncesi ortalamayı geri çektik. Oklu'tan önce İngiliz limanında durmak gerçekten bir ömre bedel. Ardından mışıl mışıl uyuyoruz.  Sabah Okluk'tan ayrılırken Osman Atasoy'un kırmızı Uzaklar 2 teknesi de hemen yakındaki adanın rüzgaraltında alargada salınıyordu.  Söğüt'te Haluk Karamanoğlu şahane bir tesis yapmış. Gökova Yelken Kulübüne de evsahipliği yaparak etkileyici derecelere sahip sporcular yetiştiriyorlar.  Global Sailing özenle bakılan, her yeri yemyeşil, nefis bir iskelenin koya kucak açtığı muhteşem bir yurt köşesi. (Bağlanma bedeli elektrik ve su dahil 40 YTL) Akşam saatlerinde ortaya çıkan sinek benzeri börtü böcek;  sunumu şahane, tadı şahane ve atmosferi büyüleyici yemeği bir nebze kabusa çeviriyor. Saat 22:00 civarı bütün uçuşan nesneler nasıl olduysa yok oluveriyorlar. Burada belediye marinayı tavsiye etmem.  Buraya gelirken uğradığımız Kleopatra kumsalı ile ünlü Sedir Adası'da epey kalabalıktı. ne var ki o meşhur kumsala girmek yasak. İyi ki de öyle, yoksa her gelen bir kavanoz kum doldurup giderdi.




Birinci etabı tamamlayıp Istanbul'a dönmeden evvel son durağımız Bodrum Milta Marina. Daha önceden yer ayırtınca sorun olmadan, marina ofisine yakın bir yere bağlandık. Marina içi bağlanmada da yine manevra pervanesi işimizi çok kolaylaştırdı. 
Burada ücret hayli yüksek sanırım 110 YTL civarında bir gece başı ücret aldılar. Evet merkezi doğru ama, bu kadar fahiş olmamalı diye de düşünürüm.  30 Haziran günü Bodrum'dan çıkıp teknemizi 15 gün süreyle bırakacağımız D-Marin'e geldik. Burada 15 günün faturası ise 500 Euro. Daha önceden aradığımız Beneteau servisi giriş kapağında düşen sekman yerine bir yenisini taktı ve Raymarine yetkili servisini de bulup, harita kartımızda oluşan detay okuyamama problemini gidermeleri için kendilerine yetki verdik. Akşam teknenin anahtarlarını marina ofisine bırakıp 2 haftalığına Istanbul'a dönüyoruz. Tatilin 1. bölümü sona erdi ama neyseki 2 bölümü hala bizi bekliyor. Kızların bir Amerika'ya okula gidecek, diğeri ise arkadaşları ile tatile.. 2. etapta ben ve Titi 2 kişi olacağız.
12 Temmuz Cumartesi akşamı uçakla Bodrum'a indikten sonra önce Havaş, ardından minibüsle Turgutreis D-Marin'in yolunu tuttuk. Tekneye geldiğimizde saat geceyarısını geçmişti. Güzel bir uykudan ve ertesi günü gerekli kumanya temininin ardından derhal koltuk halatlarını çözüp  önce yakıtımızı fulledik ve Gümüşlük yönünde seyre başladık. Yol zaten çok kısa. Bir saat bile sürmeden Gümüşlük'te demiri bırakıverdik.  Gümüşlük'te hoş bir akşam yemeği yemeden geçilmez. Alargada beşik içinde gibi sallanırken uyumuşuz. Sabah ekmek ve gazete alındı ve demir alındı. Rotamız karşı sahilden Kalimnos'un doğu tarafını yalayıp kuzeyde Leros'un Panteli koyunda demirlemek. Bu defa geçen seferden öğrendiğimiz üzere  önce demir atıp biraz yüzdük ve daha sonra akşam üzeri plaj boşalınca sahilden uzunca bir halat aldık. Ne var ki attığım demir kısa olduğundan beğenmeyip yeniden atmayı denerken, tornistanda botun halatı pervaneye sardı. Allah'tan halat kesici var, bir dalışta kurtarıverdim. Bu seferde kısa bir dalgınlık anında bot rüzgarda uzaklaşmaz mı.. Tekneyi bırakamadığımdan derhal demir atmak zorunda kaldım ama botta rüzgarda gittikçe açılıyor. Hemen suya atladım, akşamüzeri bir efor testine girmiş gibi yüzerek bota ulaştım ve çekerek tekneye geri döndüm. Sonra da tekrar kıyıya yanaşıp demiri tazeledim. Bu arada Tijen'de elinde kıyıya bağlı halatın diğer ucu hem yüzüyor, hem de neler olduğunu anlamaya çalışıyor. Neyse gelince ona da bilgi verildi, durum anlatıldı tabii. Sonunda kıyıdan vargel alınmış halde rahata erdik. Akşam yemeğimiz kıyıdaki aynı restoranda - Bu defa da jumbo karideslerin tadına bakıyoruz. Yemek yine başarılı ve bir o kadar da hesaplı. 
 Bir sonraki gün daha önceden hiç gitmediğimiz Arkio adasına yükselmeyi planlamıştık. Burada bir biri içine geçen irili ufaklı pek çok adacık ve kayalık var. Doğudan gelip Arkio'nun güneyinde kalan Marathonas adasının Arkio ile arasında kalan geçide girdiğimizde iskele tarafımızda  sakin bir koy ve 8 tane tonoz tespit ettik. Derhal bu tonozlardan boş olan bir tanesini alıp, kendimizi şamandıraya bağladık. Burası pırıl pırıl berrak bir su ve bir sürü balıktan oluşan doğal bir akvaryum sanki.


  Şimdi Yunanistan ne diye bizden ucuz ? Yukarıdaki resimde kanıtı :  Belediye vergisi %2, KDV %6, Garsoniye %13 - Yanlız o mu, fahiş olmayan akaryakıt fiyatı, fahiş olmayan çarşı pazar, fahiş olmayan gıda.. 
  Biz de durum ne ?? 
 
  KDV %18, Garsoniye %10 bazen 15. Herkeste fiş vermez ama kredi kartıyla ödeme yapınca mecbur kalınıyor işte. Nakit ödeyenlere ise geçmiş olsun. 

  Neyse hepimiz biliyoruz zaten bunları.. Dönelim seyir notlarına. Marathonas'tan ayrıldıktan sonra Arkio adasının iskelesinden kuzeye Samos adasına doğru yelken bastık. Rüzgar da kafadan geldiğinden, motor - ana yelken rüzgarın gözüne girip kuzeye çıkıyoruz. Öğleden sonra Pitagorio'da marinaya bağlandığımızda her tarafımız tuz içinde kalmıştı. Tekneyi güzelce bir yıkayıp, biz de duşumuzu aldık ve akşam bir önceki sefer gittiğimiz restoranlardan farklı bir restoranda keyifle yemek yiyip, içkilerimizi yudumladık. Tıpkı aşağı inerken olduğpu gibi, yukarı çıkarken de burada hava sertleyince 1 günümüz daha ister istemez limanda bağlı geçiyor. Ama ertesi sabah nistepen hafifleyen rüzgarla birlikte yukarı çıkışa devam diyoruz. Hedefimiz Dalyanköy özetle 60-65 mil kadar. Kuşadası körfezi hem uzun bir geçiş hem de kıyı seyre değer uzaklıkta değil. Yani bir nevi açık deniz geçişi gibi kıyılar uzak. Peşimizden saldığımız olta bir anda çıkrığın inanılmaz boşalmasıyla uzayıp gidiyor.  
Kuzeyde Alaçatı'dan önce Teke Burnuna 1 mil kadar mesafedeyiz. Derhal yelkeni sarıp, motoru boşa aldıktan sonra tekne yavaşlıyor. Rapala olarak kullandığım yapay balık yaklaşık 20cm boyunda beyaz ve kafa bölümü kırmızı. Atlayan balık büyük olmalı diye düşünüyorum. Nitekim uzaklarda bir yerde olta toplamda 200 m boşaldıktan sonra gergin bir şekilde duruyor. Bu şekilde oltanın boşunu almak imkansız. Daha fazla verecek kalama var ama nereye kadar tahmin etmek güç. Ağırdan sancaktan balığın üzerine dönerek oltanın boşunu almayı deniyorum. Ama çok geçmeden boş almaya yetişemiyorum. Neler olduğunu anlayamadan olta neredeyse altımızda apiko duruma geliyor ve derinlik göstergesi 2m'yi gösterince derinlik alarmı ötüyor. hınzır balık altımıza girdi. Olta gerildi ve gelmiyor.  Yapacak fazla birşey yok, teknenin kıçına uzanıp, maskeyle beraber kafayı suya daldırmamla çıkarmam bir oluyor. Ama balık toz olmuş - Kaçan balık haliyle büyük oluyor. Çünkü göremedik bile. Rapalayı da kaptırmışız. Olta ise dümen palasına dolanıp, kopmuş. Bu seyirde ilk kez büyük bir balığa bu kadar yakın düştük.     
Biraz hayal kırıklığıyla Alaçatı ve Çeşme önünden Uçburnu kayalıklarının arasındaki geçidi aşıp, Dalyanköy'e bağlandık. Burada balıkçılar derneğinin görevlisi bize yer açtı, elektrik ve suda mevcut. Tabii Dalyanköy'de balık yenir, bizde balık olmasa da deniz mahsulleri ağırlıklı bir yemek yiyip uykuya daldık. Ertesi sabah gerekli alışverişin ardından önce Karaburun, ardından da Midilli'nin güneydoğu ucundan rota Ayvalık. Sabahtan her zamanki gibi biraz kuzeyli rüzgar ve çırpıntı var. Ama Karaburun'u döndükten sonra deniz çarşaf gibi oluyor ve rüzgarsız bir havada kuzey doğuya tırmanıyoruz. Normalde bugün yolda Kaan ve Gamze'nin DIMPLE tekneleri ile karşılaşmamız gerek.
 Onlarda güneye doğru seyir halindeler. Karaburun önlerinde telsiz çağrısına cevap alamayınca telefonla aradık ve Ayvalık'ta kaldıklarını öğrendik. Yolda Midilli'ye gitmeyi düşünürken, rotamızı Ayvalık'a çevirdik. Geç saatlerde marinaya yanaşıp, biraz üşengeçlikten; biraz da yorgunluktan  oradaki restoranda akşam yemeğini beraber yedik ve ertesi gün farklı yönlerde seyir yapmak üzere vedalaştık. Sabah marinadan çıkarken, palamar da gelmemiş olduğundan yan bir rüzgarla dümen palamız iskele taraftaki teknenin tonozuna yapıştı. Neyse ki manevra pervanesini çalıştırıp, dümeni de ters basınca tonozdan kısa sürede kendi başımıza kurtulduk. Biz limandan çıkarken palamar hala meydanda yoktu. Rotayı Midilli'nin kuzey doğu burnuna çevirip yelken bastık ama sabah rüzgarı 1 saat sonra yerini esintisiz bir havaya bıraktı. Çaresiz motorla yola devam ettik. Öğle saatlerinde Molivos(Mitimna) önlerindeydik. Midilli'nin kuzeyinde Babakale'ye bakan bu kasaba son derece şirin ve turistik.
Burada önce denize girdik. Günlerden Pazar olduğundan mı nedir, sahil kalabalık - çoluk çocuk herkes denizde. Adanın yamaçları eski Osmanlı stili taş evlerden ve cumbalı balkonlardan, teraslardan oluşuyor. Gerçekten her yönüyle farklı bir Yunan Adası resmi karşımızda. Çok geçmeden açlığımızı bastırmak için hemen marina girişindeki bir kıyı tavernasına oturduk.  Öğle sıcağında servis biraz yavaş işlese de, son bir kez ahtapotun, tzatzikinin ve ilk defa tattığımız içi peynirli kabak çiçeği kızartmasının tatlarına ayrı ayrı bakıp, istemeyerekte olsa buradan ayrıldık. Unutmadan anlatayım, ayrılmadan önce limanda girdiğimiz bir dükkanda epey yaşlı bir köylü kadına rapala sorduk. Elle kolla ve bildiğimiz bir iki kelime Rumca ile anlaşmaya çalışırken, sırtı kelimesinin onlarda sirti olarak telaffuz edildiğini öğreniverdik. Sanırım kökenide o taraftan geliyor ama bilmiyorum artık. Kadıncağız bize uskumru görünümlü 10cm bir rapala ve istediğimiz kurşunları verince tekrar motive olduk.  Kuvvetli bir NEE rüzgarıyla birlikte önce Babakaleye rota tuttuk ardından geç vakit karanlık basarken Bozcaada'ya bağlandık. Bozcaada epey kalabalık, her yaz olduğu gibi, lokantalar canlı, marina da yer var ve bizde usul olduğu şekilde baştan demir atıp, kıçtan kara bağlanıyoruz. Elektrik ve su var, tarife gecelik 40 YTL.  Burada Koreli'de yediğimiz biraz da vasat olarak nitelenebilecek yemeğin ardından, Tijen'in okul arkadaşının yamaçtaki manzaralı terasına konuk oluyoruz. Gece yarısını devirdikten sonra uzun süren günün ardından yorgun argın uykuya dalıyoruz. 
21 Temmuz sabahı rotamız Kaleköy / Gökçeada. Hep klasik rotanın dışında kaldığından ve pekte biliniyor olmamasından dolayı Gökçeada'yı yıllardır merak eder dururuz. Şimdi vaktimiz uygun bir keşif yapma zamanı. Bozcaada'dan ayrıldıktan sonra rüzgar 25kt ve zaman zaman üzeri kafadan esiyor. Bu bizim başkıç yapmamıza ve seyir hızımızın düşmesine neden olunca çareyi 2.camadan ana yelken açıp, 2000 devir makinayla volta volta yükselmekte buluyoruz. Bu şekilde hızımız zaman zaman 7 mil üzerine çıkıyor. Öğleden sonra sağa sola bakınırken, Gökçeadaya 10 mil kala çırpıntılı denizde, çıkrık aniden ve vahşice bir sesle boşalıyor. Bu sefer taze deneyimle balığı kendimizden uzak tutacağız. Acele yok. Çıkrık süratle kalama vermeye devam ederken, derhal makineyi boşa alıp, kafayı rüzgara çevirdikten sonra yelkeni sarıyorum. Sonra gözümüz uzaklarda, çıkrık elimizde durumu kontrol etmeye geçiyoruz.  Uzun bir aradan sonra olta epey boşalmış halde duruyor. Biraz boşunu aldıktan sonra yay gibi gerilince yeniden kalama veriyoruz.  Bu süreç neredeyse 1 saat devam ediyor. Sinirlerde haliyle geriliyor. Zaman zaman rüzgar arkadan basınca artan tekne hızını sıfırlamak için tornistan bile yaptığım oluyor. Sonunda sanki balık pes etti gibi ağır ağır oltanın boşunu alıyorum ve aralarda bir süre yaratığı ve kendimi dinlendiriyorum. Sonra tekrardan. Tijen fotoğraf makinesi elde bekliyor. Derken 30-40 metre uzakta sular köpürüyor ve net olmasa da bir balık batıp, çıkıyor. Bu sefer tamam gibi. Ağır ağır çekmeye devam ediyoruz. O da ne ? Balık 10 metre mesafeye geldiğinde kılıcını suyun dışında görüyoruz. Bu bir kılıç balığı. Gözlerimize inanamıyoruz, tabii o ölçüde de tırsıyoruz. Bu hayvanı nasıl olupta tekneye alacağız bilemiyorum. Bir süre daha gezindikten sonra muhteşem balık, Tijen'in çektiği bir sürü resmin ardından teknenin kıçına yanlamasına aborda oluyor. Rapala boyundan orantıyla 1,5 metrenin üzerinde bir hayvan. Artık orada kımıldamadan ağzından teknedeki oltaya bağlı yatıyor. Sırtından kanca takarak yukarı almayı deneyeceğiz ama korku da dağları bekliyor. Kanca oldukça ufak, ne de olsa böyle bir balık yajkalamayı hiç düşünmememişiz. Kıç platformun 2.basamağından hayvanın sırt yüzgecine kancayı takınca can havliyle öyle kuvvetli silkeleniyor ki, hem kancadan kurtuluyor, hem de ağzındaki rapalaya bağlı oltayı kopartıyor ve şaşkın bakışlarımız altında hızla derinliklere doğru gözden kayboluyor. Biz ise neye uğradığımızı bile anlayamadan ardından boş denize bakakalıyoruz.


Ardından hayli üzgün, bir sürü yorum tabii. Nasıl kaçırdık - iyi ki güverteye almadık, yoksa burayı darmadağın ederdi, hatta yaralanabilirdik, ama nasıl bu hayvanı zaptedip, tutabilirdik. falan filan.. Kaçan balık büyük olur derler ama bu sefer elşde resimler var. Dahası gözlerimizle görmüşüz.   Sonunda burada sadece kuyruk yüzgecinden bir kement geçirilip, boğduktan sonra uzunca bir kalmayla yine uzun bir süre arkadan çekmenin doğru olabileceğine kanaat getiriyoruz ama deneyimsizlik bu balığı yakalayamamakla sonuçlanıyor.  Silah - zıpkın falan fasafiso... Bilmem böyle muhteşem bir hayvana ateş edilir mi. Sanırım biz yapamayız. Geriye gündelik hayatımızda ender olarak yaşayabileceğimiz olağanüstü bir anı kalıyor.


 Rotayı yeniden Gökçeada sahiline çevirdikten sonra kalan küçük bir rapalayı yeniden salıyorum ve sahile yakın sığlıkların yakınında bir kez daha boşalıyor. Bu sefer direnmeyen, hatta vurdu kaçtı dedirtecek bir sakinlikte çekilen oltamıza kaya balığına benzer 15-20 cm bir balık takılmış. Yukarıya alıyoruz. Tam balığı çıkartırken (aklımdan da geçmedi değil) balık çarpıyor. O zaman endişemin yerinde olduğunu farkedip, bunun bir trakonya olabileceğini düşünüyorum. Bu düşüncemi ADEK doğruluyor. Birkaç kez diken batan yeri emip tükürdükten sonra, biraz da sıcak su kompresi ile, az derecede yanan bir parmakla durumu atlatıyoruz.  Ne gün ama. Sonunda akşamüzeri, önce Kuzu Limanını bordalayıp sonra Gökçeada'nın kuzeyinde kalan Kaleköy limanına giriyoruz. Boş limanda iskele mendireğe bordalıyoruz. Son derecen sakin bir yer. Elektrik ve su yok. (veya bağlı değil) Buradaki balıkçılarla biraz sohbet ettikten sonra limandaki bir restorana oturuyoruz. Gökçeada son derece mütevazi bir yer. Yerli Rum halk yaşadıkları köyleri boşaltmış ve adadan göçüp gitmiş. Geriye tek tük kalan olmuş ama onlarda ortalıkta değiller. Burada son derece kalabalık bir askeri yerleşim var. Sanırım ada ekonomisi de onların harcamalarıyla ayakta kalıyor. Yoksa Türkiye'nin en batı noktasında fakirlik dizboyu.  Gelen az sayıda tatilci de kısıtlı sayıdaki motel ve pansiyonlarda konaklıyor. Ertesi sabah eski püskü ama tıka basa dolu bir minibüsle 4 km uzaklıkta ve içeride yer alan Gökçeada merkezine gidiyoruz. Burada da hayat sanki duran bir tempoda seyrediyor. İnsanlar yavaş, iş güç ya yok, ya geç başlayan bir tempoda. Ama son derece modern bir PTT şubesi (Fenerbahçe'deki yeni şubenin bir benzeri) hemen karşısında ise dökülen bir okul binası tam bir tezat oluşturuyor.  50 YKrş çay, limonata falan derken balıçılar çarşısında buraya asıl geliş sebebimiz olan dükkanı bulup, sahibi gelmeden açtırıyoruz ve kaptırılanın yerine yeni rapalalar alıyoruz. Sonra yeniden Kaleköy'e dönüp, koltuk halatlarını çözdükten sonra Gökçeada'dan  ayrılıyoruz.  Kuvvetli bir NE rüzgarı altında önce Kabatepe rotasında sonra güneye dönüp boğaz girişine doğru yelken açıyoruz. Hızımız zaman zaman 8 miln üzerine çıkıyor. Öğleden sonra Kepez sahilinde bir deniz molasının ardından Çanakkale / Marina'ya bağlanıyoruz. Dostumuz Tuncer'de anında damlayınca yakıt almayı ihmal ediyoruz. Ardından Çanakkale Yalova Liman Resturant'da nefis bir akşam yemeği yedikten sonra yakıt işi burada 2.kez kabusumuz oluyor. Bu sefer durum fazla yakıt falan değil aksine 28 litre doldurduktan sonra istasyonda mazıt tükeniyor. Haydi geceyarısı 4 bidon mazotu yakındaki bir istasyondan bul, taşı ve ikmal et.  Deniz üzerinde  nerede bir ihmal yaparsan eziyeti misliyle çık. Öğrenmek hiç bitmiyor sanki. Geldiğimizde mazotu doldurup rahat etsek batacak sanki. 
 İşte böyle bundan sonrası bilindik, tanıdık yerler.. Şarköy - Marmara Adası ve Trilye ardından da Fenerbahçe.  Adaların önünden geçerken, keşke imkanlarımız olsa da şurada chartplotter'a basıp FOLLOW REVERSE ROUTE diyerek aynı rotadan geri dönsek. Ama 1000 mil geride kalıyor ve bizler işimize gücümüze dönmek zorundayız. İnşallah yakın bir gelecekte düşlerimizi daha uzun zaman dilimlerinde gerçekleştirme fırsatı yakalarız.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İlk teknemizin önce alınma ve sonra veda öyküsü

Samos'tan izlenimler / Samos impressions