2009 : Kısa bir seyir




Bu sene tatil planlarımızı bir türlü oluşturamadık. Beste'nin üniversite sınavına girmesi, ardından sonuçları beklememiz ve nihayet tercih yapma süreci - Ceyda'nın stajı vs. derken Eylül geldi çattı. Eylül başında Istanbul'da pek çok insanın yersiz yurtsuz kalmasına bazı insanların ölümüne yol açan seller işin tuzu - biberi oldu. Biz yağmurlu cephenin geçmesini beklerken, zaman da giderek kısalıyordu.

Sonunda dostlarım Kaan Erdem ve Vefik Ulus ile tekneyi Alaçatı'ya indirmeye ve oradan da Beste,Ceyda ve Tijen'le tatile çıkmaya karar verdik. 12 Eylül akşamüzeri vira bismillah diyerek, halatları çözdük. Yakıtımızı doldurduktan sonra Vefik abinin ince trimiyle rüzgarla birlikte hızla Marmara'ya yelken açtık. Havanın karardıktan hemen sonra önce rüzgar arttı, sonra denizler büyüdü ve biz de yağmurun da başlamasının ardından karanlıkta ve sert denizle devam etmenin doğru olmayacağını düşünüp Güzelce'ye girmeye karar verdik. Ama karanlıkta feneri bile olmayan Güzelce'yi ara ki bulasın. Sanki marina değil şaşırtma alanı..

Önce GPS ile daha sonra çıplak gözle karayı tarayarak, kendimizi liman içine attık. Telsizden gelen bir cılız ses dışında kimse ortada yok. neyse derken bir bot geldi ve bizim kimsesizler rıhtımına aborda olmamıza yardımcı oldu. Ücret mi?? Duysanız inanamazsınız - geceliği 100TL; elektrik, yok - su yok, ışık yok, kör karanlık soygun yeri sanki. Bir daha burada el değiştirmedikçe 100 sene durmayacağımız kesin sayılır. Bu arada ön taraftaki hatch kapağını aralık unuttuğumuzdan ön kabinde çarşaf sırılsıklam olmuş. Bu gece falan kurutmak imkansız, herşey ıslak zaten. Öylece vurup kafayı yatıyoruz.

Ertesi sabah buradan ayrılıp, dosdoğru Şarköy'e gidiyoruz. Aslında ilk günden buraya gelmek lazımdı ama geç davrandık. Şarköy'de keyifli bir akşam yemeğinden sonra bir sonraki gün Çanakkale'ye uğrayıp, hem yakıt alarak, hem de Tuncer'i (Kaan'ın eski bacanağı) alarak dosdoğru Bozcaada'ya yollanıyoruz. Sonbahar olduğundan havanın erken kararması, gün ışığı süresinin kısa olması, seyir planlarını da altüst ediyor. Bu mevsimde uzun seyir yapmak akıl karı değil. Zaten Bozcada'da el ayak çekilmiş, restoranlar terk edilmiş halde. Biz yine de orada dostlarla keyifli bir akşam yemeği yemeden geçmedik. Ertesi sabah çokta erken kalkamadık ama Midilli'nin batısından aşağıya seyrimiz var. Gün kısa olunca her zaman Çeşme'de noktalanan bu seyir de yine Sakız'ın kuzeyinde karanlığa kalıyor biz de mecburen Langada köyünün koyuna girip demirliyoruz. Cebimizde Euro yok, bu nedenle de teknede makarna tyemekten başka çare kalmıyor :-) Burada kimse kredi kartı da almıyor zaten. Ama çok şirin bir kasaba, gelecek seyirlerden birinde uğramak lazım. Ayın 16'sında Sakız adasının sahiline yakın güneye doğru güneşli havada bir seyirdeyiz. Kara Abdullah burnunu iskelede bırakıp öğleden sonra Alaçatı'ya gireceğiz. Burada akşam keyifli bir yemek yiyerek, Alaçatı köyünü dolaşıyoruz. Bir gün daha kalacağız. Ertesi gün ben tekneyi baştan aşağı temizleyip, daha sonra da alış veriş yaparken, dostlar biraz dinlenme imkanı buluyorlar.

Akşam üzeri bizim tayfa geliyor ve onlar da Vefik Abinin yukarı çıkarken eşlik edeceği Laslio teknesine geçiyorlar. Yine de birlikte Alaçatı Marina'nın güzel restoranında keyifli bir akşam yemeği yiyoruz. Tabii son 4 günün maceraları bizimkilere aktarılıyor.

18 Eylül sabahı vedalaşıp, onlar kuzeye biz güneye yola çıkıyoruz. Rotamız Pitagorio. Yolda rapala bir iki kez koşturuyor ama gelen giden yok.. Burası balık yönünden zengin bir bölge. Öğleden sonra Pitagorio'ya varıp, giriş işlemlerimizi gerçekleştiriyoruz ve akşam aradığımız yemeklere merhaba diyoruz.

Bir gün sonra kuzeyden esen sert rüzgarlarla birlikte daha güneye devam etmek üzere limandan ayrılıyoruz. Nereye kadar gideceğimiz konusunda kararsısız. Önce hiç gitmediğimiz Samos'un güneyinde yer alan Agathonisi adasına gitmeye karar verdik. Bu ada Didim sahillerine de çok yakın 8-10 mil kadar. Çok güzel güneye bakan bir koyu, sakin berrak bir plajı, uzunca bir ferry iskelesi ve sahilde kısa bir rıhtımı var.





Agathonisi güney koyu



Orada bir İngiliz çiftin teknesinin yanına baştan demir atıp kıçtan kara bağlanıyoruz. Deniz muhteşem, akvaryum gibi. Birkaç evden başka bir şey yok, sokak vs. boş, köy daha tepede imiş. 2 de restoran var ki, bize Pitagorio'da tavsiye edilene gidiyoruz. Ailecek servis yapıyorlar, karı- koca, çocuklar.. Ne kadar tekne varsa soluğu bu restoranda almış.

Hava yine sert.. Ama bizim rota ve zaman kısıtlaması gereği seyre devam etmemiz gerek. Hal böyle olunca daha güneye gitmeden orada ki İngiliz çiftin de tavsiyesiyle Fourni'ye gitmeye karar verdik. Bu adaların yanından geçmemize rağmen kendisine hiç uğramamıştık.

Agathonisi'den çıkınca küçülttüğümüz yelkenlerle batı rotasında, sert kuzeyli rüzgarla apaz seyriyle koşturuyoruz. Bir ölçüde yandan gelen dalgalar tekneyi benim kullanmamı zorunlu kılıyor. 4 saat süren bir seyirden sonra önce Fourni'nin güney ucuna, ardında da batı sahilinde sakin havaya kavuşuyoruz. Burada Kampi adında bir koyda birşeyler atıştırıp, yüzdükten sonra rotamızı yeniden gözden geçirip Fourni'ye bağlanmak üzere yola çıktık. Oldukça dar bir kanaldan kuzeye doğru geçeceğiz. (Bu koyda tıpkı Göcek'te olduğu gibi sahilde bağlama babaları mevcut!!)

Rüzgar kanala doğru yükseldikçe hızını arttırıyor. Karşıdan dalgalar düzenli ama yüksek boylarda gelmeye başlıyor ve rüzgarın savurduğu su, sprayhood'u aşıp bize vurmaya başlayınca hepimiz yağmurlukları giymek zorunda kalıyoruz. Kanalın iki aynı yüksek dağ olunca kuzeyden millerce öteden gelen rüzgar bu dfaracık kanalda şişiyor ve tıpkı bir huni gibi aşağıya üflüyor. Gerçekten ürkütücü bir yer ve ürkütücü bir seyir. Sıkıntı ve heyecenda resmini bile çekemedik. (ne çıkarken - ne de inerken)

Boğaz aşağıdaki haritada Thymaina adası ile ortada ince dikey adanın tam arası. Burada denizin ve rüzgarın kuzeyden gelen havada nasıl şişeceğini denizci olmayanlar bile görebilir.





Bu kanalı geçmek yetmiyor. Kanalın öte tarafında dalga ve derin koyda civarna suları karıştırıp bir çamaşır makinasına çeviriyor. Bu halde sıkıntılı bir seyrin ardında Fourni önlerine geldiğimizde bir de ne görelim, yanaşacak yer yok. Limanda solugan hiç durmadan tekneleri dağıtıyor. Ortada bir yere yanaşmış Avusturyalılar sadece bizi takip edip, yardım edecek bir teklif falan getirmiyorlar. Tam bir Avusturyalı klasiği - haza öküz.. Geri dönelim desek geri dönecek bir mecal de biz de yok. Sonunda gözümü karartıp, bir yandan demir de atarak, feribotun karşısında bir iskeleye bordalıyorum. Koltuk halatlarını bağlamamıza rağmen, tekne sanki arızalı bir robotun kumandasındaymış gibi düzensiz aralıklarla bir öne, bir arkaya bir sağa, bir sola hareket halinde. İçinde durmaya imkan ihtimal yok. İşte bu seyir hepimizin sinirlerini altüst ediyor. Yapacak bir şey olmadığından bu akşam ekip halinde bir otelde kalmaya karar veriyorum. Tijen tekneyi böylece bıraktığım için bana kızıyor ama durum gerçekten de o kadar berbat. Bütün gece de gözüne uyku girmiyor. Sabah erkenden bu eziyetten kurtulup, buradan ayrılmamız gerek. Apar topar tekneye gittiğimizde baş koltuk halatının bağlı bulunduğu baba üzerindeki zincire sürtmekten kopmaya yüz tuttuğunu gördük.


Fourni

Fourni : Bu resim kimseyi yanıltmasın - biz gittiğimizde bu liman non-stop çalkalanıyordu.


Buradan derhal ayrılıp, yine aynı boğazdan geçerek güneye gitmeye karar verdik. Çare yoktu ve Thymaina kuzeyini dönmek bizi daha fazla hırpalayacaktı. Arkadan gelen dalgalarda motorun devrini düşürerek, teknenin surf yapamasını engelleyip, salimen boğazdan geçtik. Adanın güney ucunu dönüp, kıyıya yapışık vaziyette bu defa Gria boğazından hedefimiz esas Fourni Boğazını (Fourni adası ile Samos adası arası) geçmek. Denizler yine çok yüksek. Buna ilaveten bir de kuzeye tırmanan dev bir RoRo gemisi bizim rotamızı dikkate almayınca yaşadığımız sıkıntı tuz biber oldu. Onun yüzünden rotamızı kuzeye çevirip, hız kesip dalgaların tepesinde cambazlık yapmaya mecbur kaldık. Neyse ki sonunda Samos'un kıyıcığına ulaşıp, bu tatsız süreci bitirdik.

Bir sonraki durağımız Pitagorio ve burada derin bir nefes alıyoruz. Ardından önce Kuşadası'nda durup, sonra Sakız adası ve nihayet Midilli'ye varıyoruz. Seyrimizin Sakız, Midilli arası son derece sakin bir denizde motor yelken yol alıyoruz.

Midilli'de 1 akşam kaldıktan sonra rotamızı kuzeye çevirip dosdoğru Molivos'a bağlanıyoruz. Resimlerde göreceğiniz yemekler geçen senenin son Yunan yemekleri. Bozcaada ve Çanakkale üzerinden Şarköy ve Mürefte rotasıyla 29 Eylül'de Istanbul'a dönüyoruz. Bu arada Marmara'da çok sert esen kuzeyli rüzgarlar yüzünden 3 günü Mürefte'nin yanlız limanında geçirmek epey sıkıcıydı. Ama deniz hali, yapacak fazla bir şey yok. Yine de yolunuz düşerse Mürefte'de Kutman şarap müzesine uğramayı - kasap köfte hazırlatmayı deneyebilirsiniz.








Yor

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İlk teknemizin önce alınma ve sonra veda öyküsü

Önsöz / Intro