2011 : Girit sürprizi


GİRİT Mİ ?? YOK ARTIK!
Fenerbahçe Setur - Bozcaada (160 nm) - Plomarion (68 nm) - Karlovasi (66 nm) - Naxos (69 nm) - Vilychada (57 nm) -Agios Nikolaos (75 nm) - Astipalia (87 nm) - Pandeli (49 nm) - Pithagorio ( 44 nm) - Sığacık (39 nm) - Çeşme (37 nm) -Ayvalık (59 nm) - Bozcaada (47 nm) - Şarköy (79 nm) - Fenerbahçe Setur ( 88 nm) : Total 1024 nm
 Girit'te Mirabelloum Körfezi   
01 Ağustos 2011 Pazartesi :
 2011 yılı tatiline ay sonu yapılması gereken bir iki iş nedeniyle biraz gecikerek 1 Ağustos Pazartesi akşamı başladık. Saat akşam 9’dan sonra dostlarımızla marinada vedalaşıp karanlığa bürünen Istanbul’u gerimizde yola çıktık. Temmuz başında karaya çıkarak teknenin altını tertemiz hale getirdiğimizden (Evren sağol), seyir hızımız son derece keyifli ve yakıtımız dolu halde Titi(eşim) ve ben gece seyrindeyiz. Arkadan gelen akıntıya oturduğumuzda 8,5 knot hızla Marmara’yı geçiyoruz. Sabah 06:00 sularında gün doğduğunda 55 mil yol gelmiştik. Önce Şarköy’ü bordaladık, ardından da Gelibolu sonra ver elini Çanakkale boğazı. Ertesi gün akşam saatlerinde 20:50 civarı Bozcaada’ya bağlandık. Bir sene ara verdikten sonra yeniden Ege’ye çıkmak harika bir tatilin habercisi olsa gerek. Akşam burada 73 litre yakıt doldurup, depomuz ve bidonlarımız dolu halde yola devam edeceğiz. Ramazan dolayısıyla sanırım, ada bomboş, restoranlar sinek avlıyor. Esnaf durumdan feci şaşkın. Ama kuyruğu sahtekarca dik tutmaya çalışıyorlar. Öyle ki minnacık porsiyon meze karides veya kalamar veya ahtapot fark etmiyor 18TL. Zannedersin ki tamamının maliyeti aynı. Ama o kadar uzun boylu değil. Bu densiz insanlar da bir gün gerçekle yüz yüze kalacaklar. Bizde ufak tefek bir şey yiyerek söğüşlenmeden ama kızarak ilk seyir gününü sonlandırıyoruz. Bozcaada bağlanma bedeli de 50 TL, bence bu da yüksek ama neyse. Adanın tek iyi haberi burada ciddi şekilde naylon poşet kullanımının bitirilmiş olması.
03 Ağustos 2011 Çarşamba
 Sabah biraz da gecikerek 08:40’ta halatları çözüyoruz. Sabahtan 6,5-7 civarı hızla sakin sayılacak bir rüzgarla önce Babakale’yi, ardından Midilli’nin kuzeydoğu ucunu bordalıyoruz. 18:30 sularında Midilli’ye gümrük rıhtımına bağlanıp, önce pasaport işlemlerimizi ardından gümrük işlemlerimizi tamamlıyoruz. Burada kalmaya niyetli değiliz. Gece Plomarion’a bağlanmayı planlıyoruz. Transit Log bedeli 30 Euro. Fazla vakit kaybetmeden 30 dakika içinde buradan ayrılıp, hızlı bir seyirle gece hava kararırken Plomarion’a kıçtan kara oluyoruz. Burada arkadaşımız Ender ve eşi bordalamış halde bizi bekliyorlar. Sonra daha önce gitmediğimiz yokuş başında bir restorana gidiyoruz.  Menüde sardalye, ahtapot ve uzo var. 35 euro’ya karnımızı doyurup istirahata çekiliyoruz.
04 Ağustos 2011 Perşembe
 Sabah erkenden Plomarion’dan ayrılıyoruz. – hedef nereye varırsak gibi konuyor J Önce ada civarnası 20-25 knot ile kuzeyden bize yardımcı oluyor ama adadan 10 mil uzaklaşınca o da bitiyor.
 Önce Sakız kanalına giriyoruz ve rota hesapları başlıyor. Vakit uygun akşam saatlerinde Ikaria veya Samos kuzeyini tutabiliriz. Yolda bizim çıkrık bir uzun gidiveriyor ama bu sadece bir balığın vurması sanırım. Akşam gün batımında Karlovasi limanına yaklaşıyoruz. Burada daha önce hiç kalmamıştık. Samos adasının pek tercih edilen bir limanı değil. Liman büyük olmakla beraber genelde balıkçı teknelerinin tonoz halatları yanaşılacak yer seçeneklerini kısıtlıyor. Sonunda gözümüze kestirdiğimiz bir yere 40-45 metre zincir döşeyerek kıçtan kara olmaya çalışıyoruz ama rüzgar çok kuvvetli bir şekilde iskeleden basıyor ve bizi yanımızda kıyıdan geniş açı koltuk halatı almış bir motoryata yapıştırıyor. Tijen anında motor yatla Lolita arasına usturmaça oldu bende tabii tek kaldım. Tam bu sırada karadan bir Türk çıkagelip bize de ilave koltuk halatları için yardımcı oluyor. Vinç ile tekneyi düzeltiyoruz. Liman içi çok çalkantılı – fazlasıyla solugan alıyor. Bizim pasarella sırat köprüsüne dönüşüyor vesselam. İnmek ve binmek için alçak sürünme yöntemi gerekiyor. Karşımızda polis var, ama yabancı tekne işlemlerinden pek anlamıyorlar. Ne yapacağını herkes birbirine soruyor. Artık ne belgemiz varsa fotokopisini çekiyorlar. Transit loga bir damga vurmuyorlar, geliş, gidiş limanlarını işlemiyorlar ama bir makbuz kesip para alıyorlar. Sanki standart işlemler değişmiş gibi. Yine de dostça davranıp ertesi gün sabah erken yanaşacak ferry çok deniz kaldırır diye uyarıyorlar.
 Neyse yarım saat sonunda girişi hallediyorlar. Anlaşılan buraya Türkler de başka yabancılar da pek ilgi göstermiyor. Liman çevresi ise canlı, kafeler- restoranlar bol miktarda. Restoran bir aile işletmesi, geç saatlere kadar açıklar. 50 euro verip güzel bir yemek yiyince yine yorgunluk bitiyor. Tekneye limandan elektrik alıyoruz. Su ise kilitli ama anahtarı komşu yatta olunca kendisinden rica edip, fırsat bu fırsat depomuzu dolduruyoruz.
5 Ağustos 2011 Cuma
 Sabah erkenden uyanınca bahsi geçen ferry ile de tanışıyoruz. Hakikaten devasa bir gemi. Motoru çalıştırıp,ileri vererek - bizi karaya yapıştırmasını engelliyoruz. Limana 9,50 Euro – Elektrik içinse 6,00 Euro ödüyoruz. Sabahın köründe bile görevli tahsilata geliyor. Krizden mi nedir ??
 7:30 da demir alıp batıya dümen kırıyoruz. Önce Samos’un kuzey sahili, ardından Fourni boğazı iskelede ve sonra Ikaria’nın güneyinden saçak altı seyre devam ediyoruz. Rotamız yıllar sonra yeniden Naxos. Hava Ikaria’nın güneyinde mülayim olsa da öğleden sonra durumun değişeceği net görünüyor. Ikaria’nın bitiminde ufuk çizgisi düz olmaktan çıkıp, tamamen dalgalı ve sert rüzgarlı bir havanın görüntüsünü ortaya koyuyor ve biz her geçen dakika o havaya doğru yaklaşıyoruz.  Sonunda yelkenleri iyice küçültmüş çıkrığımızı toplamış - hazır bir halde o havaya giriyoruz ve Naxos’a yanaşıncaya kadar bu havanın içinde seyir yapıyoruz. 30 üzeri esiyor, kuzeyli estiğinden biz de batıya seyir yaptığımızdan rüzgar yandan geliyor ve hem yüksek hem kısa aralıklı dalgalar kaldırıyor. Özetle ya Naxos’a gitmeyeceksin, ya bekleyeceksin, ya da bu dalgayı göze alacaksın. Bizim bu sene Naxos hedefimizde olup, vaktimizde kısıtlı olunca cevapta kendiliğinde C seçeneği oluyor J
 Sallan yuvarlan, dümen tutarak (otopilot bana ne – burada işiniz ne diyor) 5 saat sonra Naxos’un kuzey burnunu dönsekte, limana girinceye kadar denizler bizimle beraber çünkü bu arada rüzgar kuzey batıya dirise etmiş zaten. Artık birkaç gün buradayız. Uzunca bir rotayı çok kısa sürede indik. Limanda ki son aralığa teknemizi bağladıktan sonra (havadan dolayı anlaşılan çıkan da yok – giren de) dostumuz Nuray’ı aramaya çıkıyoruz ve kısa süre sonra Zorbas Restaurant’ı buluyoruz.
     
Naxos / Zorbas Restaurant
 Her zamanki gibi tezgâhın başında. Kucaklaşıp hal hatır soruyoruz. İşte geçen sefer bile endişe ile sorduğumuz Kostas Baba’nın biz ayrıldıktan sonraki kış öldüğünü duyuyoruz. Allah rahmet eylesin. Yaşlı kurt, bizi (ve herhalde limanın bütün güler yüzlü ziyaretçilerini) çok sevmişti. Nuray iyi, kızlar kocaman olmuş – biri kasada 3'ü serviste restoranı çekip çeviriyorlar.  Maria, Stavroli ve Anna - En küçükleri Natalaki henüz 15 yaşında, en çok kaytaran o tabii. Akşam o lezzetli ızgara ahtapotun ve ızgara kalamarın tadı bütün dalgayı, rüzgarı yine unutmamızı sağlıyor.
 Naxos - deniz kabarık / limaniçinde gün batımı
6 Ağustos 2011 Cumartesi
 Dışarıda güzel bir kahvaltı ettikten sonra bugün yapacaklarımız var. Internet hazır kart ve telefona bir Yunan hattı bulmamız gerek. Notebooku yanımıza alıp gittiğimiz,  Vodafone dükkanındaki 2 güleryüzlü görevli epey uğraştıktan sonra bizim VINN içindeki kartı Vodafone internet kartı ile değiştirip, bir de bağlantı tanımladılar. 20 euro karşılığında 15 gün internetimiz oldu. (2GB sanırım ama bize yeter de artar)
 Ardından telefonlarımıza baktılar ama bunlara yapacak bir şey bulamadılar. Biz de 20 Euro verip bir telefon aldık ve bir de 15 Euro’ya hazır kart (10Euro’su kontür) – işlem tamam. 2 saat içinde iletişim sorunumuz çok ucuz bir bedelle çözülmüş oldu. Ceyda Hindistan’da ve bu iletişim çözümü olmasa hapı yuttuğumuzun resmiydi. Tabii bir avantaj da yemek yediğiniz yerlerde WIFI olduğundan, buralarda akıllı telefonlarla da iletişimimiz bedavaya geldi. Böylece tamamen bilgisayara bağlı kalmadık.
               
 Öğleden sonra yakıtımızı doldurduk. Tekneyi bir güzel yıkadık, pakladık, marketten eksikleri tamamladık ve biraz istirahattan sonra gün batımında liman ucundaki tapınağa yürüdük.  Rüzgar hala deli gibi esiyor. Ama 1 gün sonra azalacak. Yani yarın son gün burada - Güzel bir akşam yemeği ile günümüzü sonlandırdık.
                                                               
7 Ağustos 2011 – Pazar
 Bu kadar Naxos’a geldik, acaba adanın doğusu nasıl diye soruyordum kendi kendime. Limandan bir otobüsle doğu sahilindeki Moutsuna’ya gidelim dedim. Kuzeybatı rüzgarına kapalı tek plaj orada gibi görünüyordu. Titi’de OK deyince, aldık 2 bilet bindik otobüse. Önceleri tarlaların, şirin köylerin arasından giden yol, yarısından sonra bir tarafı sürekli uçurum olan tek şeritli bir yola dönüşünce yolculuk kabusa döndü. Bazı virajlarda otobüsün arka bölümünün altında bir toprak parçası kalmadığını söylemeliyim. O kadar gerildik ki, Moutsuna’ya vardığımızda ikimizin de ağzını bıçak açmıyordu. Baktım ki olacak değil, oraya yarım saat sonra gelen ilk taksiyi çevirip Agia Anna’ya geri döndük. Bırakın otobüsü yol taksi için bile yeterince dar ve tehlikeliydi. Neyse biraz pahalı bir deneyim geride kaldı. Ama bilinmeyeni çok yolculuklar bazen sürprizleri de içinde barındırıyor.
 Agia Anna, Naxos’un güneyinde popüler bir plaj, Pazar günü de olunca tıka basa doluydu. Burada da bize göre daha az abartılı bir beach club modası almış yürümüş.  Akşama kadar burada denize girdikten sonra, otobüsle şehre geri döndük. Akşam Zorbas’a son kez yemek yedikten ve Nuray ile kızlarına veda ettikten sonra yatmaya gittik.
8 Ağustos 2011 – Pazartesi
 Rotamız Ios adasına doğru, hala geçmiş günlerden kalma dalgalar devam ediyor. Önce Naxos limanından batıya Paros adası yönüne dümen tutuyoruz, ardından güneye dümen kırıp, Naxos Adasının batı sahilinden aşağı seyrediyoruz. Naxos’a komşu bir iki kayalığın arasından geçerken aklım rapalada buraları balık kaynıyor olmalı kerata atlamadı gitti…. Batıya dönmektense galiba Iraklia adasının batısından ve Ios adasının güneyinden dönmeyi hava nedeniyle tercih edeceğiz. Önce Iraklia adasının güneyinde bir yüzme molası veriyoruz. Su pırıl pırıl dip ayna gibi. Ama bir sorun var, demirden garip bir ses geldi, galiba bir kayaya taktık. Neyse sonra bakacağız. Yüzme molasının ardından demir toplarken tahmin ettiğim doğru çıkıyor. Ama ileri doğru bir manevranın ardından çapayı kayadan kurtarıyoruz.  Sonra Ios adasının doğu sahiline doğru seyir halindeyiz. Tam adaya yanaşınca çıkrık bu sefer gürültü patırtı boşalıyor. Deniz biraz kabarık. Düşüncem tekneyi boşta güneye doğru düşürürken az az kalama vererek balığı oltada tutmak, ama galiba biraz hızlı akıyoruz, hemen önümüzde geniş ve çalkantısız bir koy var balıkla o koyda boğuşmak istiyorum, ama  bir süre mücadeleden sonra alık rapala ile birlikte kayıplara karışıyor, göremedik bile…
 Sağlık olsun diyerek, adanın güney ucunu dönüyoruz, burada yaprak kımıldamıyor – hatta insanlar bir tatil köyünde güneşte kızarıyor, burada kısa bir mola veriyoruz.  Yüzdükten sonra elim bir ara chartplotter’a (harita okuyucu) gidiyor, uzakta görünen bir ada var ama acaba gerçekten de o tahmin ettiğim yer mi??? 
 Bingo Santorini hem de bu kadar yakındayız.. Hemen peşi sıra Giiiirrriiittt 85 mil mesafede.Hoşt çok yakınız. Uyan Lolita ahalisi diyorlar bize..
 Şimdi soru şu : Vefik abininde uyarısından biliyoruz ki 2 gün sonra hava sertleşecek ve biz Ios’un ardından Amorgos veya Leros yoluyla Türkiye sahiline gitmeyi planlıyorduk. Eğer güneye gidersek yol uzayacak. Demiri topladıktan ve adanın güney ucunu döndükten sonra Titi’ye soruyorum; Santorini ve Girit ne dersin ??? 10 dakika vaktin var… Hemen aşağı inip hava durumuna bir göz atıyor ve dön diyor – Girit’e gidelim tamam! İskele alabanda dibine kadar 180 derece dönüp güneye dümen kırıyoruz! Ios yine yalan oldu – hehehehe…
 Vakit geçtikçe yol kısalıyor, ada yakınlaşıyor : Santorini... Seneler önce buraya ancak ferry ile gelebilmiştik; kızlar küçüktü..
    
 Şimdi büyücek Lolita bu efsanevi kraterin içinden geçiyor. Biz üzerindeyiz. Gerçekten olağanüstü bir coğrafya… Buralarda yanaşacak – geceleyecek bir kıyı yok sayılır.. Güneye dönüyoruz ve Vilychada marinaya bağlanacağız. Kıyı müthiş falezlerle insanlara geçit vermiyor – burası tam bir su kuşları cenneti. Az sonra marinanın dalgakıranı iskelede beliriyor ve 10. kanaldan yaptığımız anonsa bir türlü cevap alamıyoruz.  Neyse herhalde bir ara cevap alırız derken, marina girişinde şahane bir şekilde kum tepeciğine oturuyoruz. Tam da girişin ortası J
 Vilychada marina girişi

 O sırada marina görevlisi geliyor, elinde telsiz ama o bağırıyor. Tam size seslenecektim diyor.. Ama biz oturduk bile. Neyse olduğunuz yerde sancak alabanda yapın, tam gaz oradan çıkarsınız diyor. Ve söylediği gibi yapıp kurtuluyoruz, sonra tarif ettiği gibi sancak sahile yapışıp, marinaya giriyoruz ve orada bağlı İsviçreli bandralı bir yelkenliye bordalıyoruz. Elektrik ve su var, problem yok. Marina görevlisi kayboluyor, utandı herhalde – bu gece bedava konaklıyoruz. Marina üzerinde 2-3 taverna var, burası Santorini ana kasabadan epey uzak – biz yorgunuz, yarın yol epey uzun.. Girit bekle bizi…Özetle heyecan aşırı…
9 Ağustos 2011 – Salı
 Yok artık Naxos’ta sadece 3 gece kaldıktan sonra 9 Ağustos akşamı Girit ??? Demek insan isteyince bu da oluyor.. Neyse tabii sabahın köründe (08:00 hehehe) kalktık. Açık deniz geçiyoruz… Etrafta hiçbir tekne yok, uzakta bir iki ada sonra o da bitiyor.. sonra uzakta bir iki gemi görünüyor ve kayboluyor.. ve önce Santorini kayboluyor, sonra hiçbir şey yok ve sonra aniden Girit’in silueti görünüyor. Hadi ya sonunda evet olacak demek diyoruz. Yol o kadar uzun ki, nereye bağlanacağız sorusunun cevabını vermek için çok süre var.  Epey pilot kitap okuduktan sonra Agios Nikolaos öne çıkıyor. Çünkü Heraklion (Girit’in başkenti) sadece orada doğanlar tarafından çok sevilirmiş.. Biz de orada doğmadık – o zaman doğru Agios Nikolaos. Önce kuzeyinde yer alan burnu dönüyoruz ve dalgalar azalıyor, çünkü yol boyu kuzey batılı rüzgarlar geniş apaz seyrine ara sıra konforsuzlukta katmıyor değildi. Agios Nikolaos’a 8 mil kala Girit adası ile daha küçük bir adacık arasına girip balık kolluyorum, ve tam sığlıktan çıkarken bir kez daha çıkrık boşalıyor. 45 dakika al ver, ama yine hüsran bir kez daha elimiz boş yola devam ediyoruz. Ama balık nerelerde geziniyor iyi bir tecrübe daha.. Sonunda öğreneceğiz bu işiJ Neyse yahu Girit’teyiz, gidip marinaya anons verince keyifli bir yere bağlanıyoruz. Bir süre buradayız.. Buralarda 1 hafta esecek ve biz artık müthiş bir yere ulaştık. Dediğim gibi çok kısa sürede.. Akşam etrafı keşfe çıkıyoruz, hemen yan koyda inanılmaz güzel restoranlar var. Gün bunlardan iyi bir tanesinde sona erecek. İii gecelerrr
     Midye saganaki & Uzo
    Roka+Parmesan / Octopus Saganaki
10 Ağustos 2011 - Çarşamba
 Yanaştığımızda sancak tarafımız boştu ama sabahtan buranın sahibi komşu tekne geldi. Bir baba kız.. Bizde tekneyi biraz düzeltip kendilerine yer açtık. Bugün yaşanan bir PORT POLICE hikayesi var ki, dillere destan. Sabahtan gidelim şu Portum Polisime dedim J Bir kayıt verelim epey burada kalıyoruz, ne olur ne olmaz.  Evrakları alıp gittik, Anjelik baktı evraklara anlamadı bir şey! Midilli’den giriş var ama sonra hiçbir kayıt yok. Özetle anlattık şuraya uğradık, buraya uğradık – makbuzlarda aha burada ama kimse bir şey işlemedi transit loga diye. Şimdi kimse ne yapacağını bilmiyor… Anjelik sordu müdürüne, e napalım dedi - O da işle sen kızım 2. sayfaya bir giriş, biz işlemiş olalım dedi. İşlediler 2. sayfaya bir Girit kaydı tamam dediler. Tam çıkarken, sormazlar mı sizde  EZEL diye bir dizi var o nasıl bitiyor diye – bizim haberimiz yok. Durup dururken problem çıkacak. Biz de kaçırdık kusura bakmayın dedik. Yetmedi o dizide bir adam var demezler mi  - Kenan diyor polis kız… Kenan İmirzalıoğlu ?? Yes dedi – ilave etti  - What a man ?? Off buraları bizim dizilerin cenneti olmuş, haberimiz yok..  Polis müdürü hadi kardeşim güle güle dedi de çıktık.. Kendimizi dışarı attık, gül gül bir hal olduk.. Titi sen bana bu dizileri seyrettirmiyorsun der bi taraftan..Pes valla.. Neyse sonra gittik bir araba kiraladık ucuz yollu (2 günlüğü 85 euro)  ve adanın hem doğusunu hem de güneyini bir turladık. Kuzey doğuda virajlı ve şahane manzaralı bir yolun ardından, içeriye vurduk ve güney sahilinde güzel bir kasabada mola verdik. Burada uzun seneler sonra teneke üzeri midye ızgara yedik. Çocukluktan kalma bir lezzet . Ben çookkkk özlemişim. Akşam Agios Nikolaos’un içindeki gölün kıyısında vasat bir yemek yedik. Hava şahane..
11 Ağustos 2011 – Perşembe
 Girit’e devam – Bu ada çok büyük. Toplam uzunluğu 250 kilometreden fazla. Sabah erkenden yola çıkıyoruz ve yolumuz başkent Heraklion’a doğru. Yolun büyük bölümü otoban ama tamamı değil. Heraklion havaalanının da bulunduğu Girit’in başkenti. Büyücek ama sevimsiz bir şehir. Limanında ferryler, konteyner gemileri tıka basa bir kalabalık. Ortasında bir yaya bölgesi var ama sabah saatlerinde tenha. Yaya bölgesinin dikine bir sakak Mısır çarşısı gibi çok sayıda baharatçı dükkanı ile dolu. Burada İzmir kebapçısı var ama bu saatlerde hala kapalı. 
    Heraklion
 Deniz kenarında bir kale var ve deniz hala kabarık. İtalyan yapıları çok yaygın. Burada çok fazla zaman geçirmeden Rethymnou şehrine devam ediyoruz. Adanın uzunluğu yaklaşık 250 km – yani gidiş dönüş yol epey uzun olacak. Şehre vardığımızda daha çok şaşırıyoruz. Şehir epey büyük, sahil boyu restoran ve kahvelerle dolu. Daha da ötesinde eski şehir denilen labirent misali bir bölge var. Arabayla epey tur attıktan sonra bir kafenin aralığında park edebildik. Sahilin bir üst paraleli ve yan sokaklar tam bir alışveriş cenneti. Herkese göre bir şeyler mevcut. Bana göre bir balık malzemeleri dükkanı, Titi’ye göre ayakkabı, kıyafet vs. buralarda uzun zaman geçirmek mümkün. Süngerciler, sanat galerileri vs.
    Rethymnou
 Inner basin dedikleri bir de iç liman var. Burası iyice otantik. Buradaki liman duvarlarındaki anelelere bakıyorum da kim bilir yüzlerce yıldır kimler buraya bağlanmıştır.  Çepeçevre otantik restoranlardan birinde keyifli bir öğle yemeği yiyoruz. Akşam üzerine doğru bu şehirden ayrılıp uzun sayılacak bir yolculuktan sonra Agios Nikolaos’ taki teknemize geri dönüyoruz.
  Rethymnou iç limanda fener
12 Ağustos 2011 – Cuma
 Artık Giritli olduk sayılır. Sabahları Titi erkenden kalkıp, düzenli biçimde koşuyor. Bense o gidince biraz daha serin saatlerde uyku çekiyorum.
 Sabahtan otobüsle Elounda Beach olarak isimlendirilen plaja gidiyoruz. Plaj kalabalık ve birazda rüzgarlı bu nedenle biraz daha ileri Plakas’a gitmeye karar veriyoruz. Burası da aşırı rüzgarlı ama turistik bir yer. 4-5 manzaralı taverna var. Biz de birinde öğle yemeği yiyoruz.  Bu sahil bütün Girit’in en bilinen yerlerinden Spinalonga sığlığına ana karadan komşuluk yapıyor. Karşıdaki ada (Spinalonga) çok ziyaret edilen bir kaleyi barındırıyor. İtalyanlar onarmış.. Hatta bir ara cüzzamlılar kolonisine ev sahipliği yapmış.
  Spinalonga Island    
 Tekneler buradan ve  Elounda’dan oraya gidebilmek için bizim Boğaz vapurları gibi çağanoz şeklinde bir rota çiziyorlar. Pilot kitaplarda bu lagünün deniz uçakları inişi için ideal olduğu yazıyor. Herhalde bugün pek uygun bir gün değil. Akşamüzeri otobüsle geri dönüyoruz.
13- 14 Ağustos 2011 – Cumartesi / Pazar
 Devam eden rüzgar nedeniyle burada 2 gün daha geçireceğiz. Hem şehrin içini biraz daha yakından tanıyoruz hem de kuzey çıkışı için bütün eksiklerimizi gideriyoruz. Agios Nikolaos tamamen turistik bir şehir. Restoranlar çeşit çeşit.
Agios Nikolaos - Lagoon 


 Son gün poliste çıkış yaparken yine herkes birbirine aynı soruyu soruyor. Neden damgalar eksik vs.  Çünkü ekip giriş yaparken rastladığımız ekip değil. Neyse onlara da derdimizi anlatabiliyoruz.  Bütün manzaranın en iyisi, günlerden pazar olması mı nedir, port polis müdürünün biraz da sıcaktan olsa gerek yanımızda atletle kanepeye uzanıp, şapur şupur karpuz yemesiydi. Öğleden sonra komşu koyda ki liman kayalıklarına gidip, oradan denize giriyoruz. Burası dalgaya rüzgara kapalı güzel bir koy. Akşam olmadan marina ücretini de ödeyerek hesabı kapatıyoruz. Ortalama 25 euro günlük ücreti var.
15 Ağustos 2011 – Pazartesi
 Girit’e veda. Kuzeye çıkış zamanı, acaba Astipalia’mı yoksa Karpathos'mu derken Astipalia’ya hedef koyuyoruz. Sabah 06:40ta halat çözdüğümüzde bir tarafta güneş doğuyor, diğer tarafta ay henüz gökyüzünde. Şehir müthiş bir görüntü veriyor.
   Şafakta Girit'e veda
 Sabah saatlerinden öğleye kadar 14 knot civarı kuzey batıdan esen rüzgar bize hem yardım ediyor, hem de biraz yalpaya sokuyor. 87 mil civarı uzun sayılacak bir kuzeyli seyirden sonda hava kararırken Astipalia limanına giriyoruz. Pilot kitapta ve harita okuyucuda görünmeyen yeni bir rıhtım var. Keşke biraz daha erken girebilseydik çünkü karanlık bastı. Ama ona rağmen, teknelerin biraz aralıklı bağlanmasını fırsat bilerek, normalde giremeyiz diye düşünülecek bir yere biraz da cebren kıçtan kara bağlanıyoruz. Bize yer açan iki yelkenli başka çareleri olmadığını anlamış durumdalar. Biz yine de kendilerine teşekkür ediyoruz. Sancak teknedekiler İtalyan, oldukça sıcak insanlar.. Girit’ten geldiğimizi duyunca inanamıyorlar.. Astipalia tamamı beyaz binalardan oluşan görüntüsü çok güzel bir ada ne yazık ki anakaradan biraz uzak.
 Astipalia  
 Ama restoranlar canlı , hatta sahilde kumsala kurulu önü deniz bir restoranda akşam yemeği yiyoruz. Hemen  yakınında fıkır fıkır bir diskotek var ama biz zaten çoookkk yorgunuz. Birşeyler atıştırıp tekneye geri dönüyoruz. Yarın yolumuz yine oldukça uzun. Leros’a gideceğiz. Yani indiğimiz hızla yukarı çıkıyoruz.. İn çık asansöre döndük. Günün birinde buraları uzun uzun elleyeceğiz belki.
16 Ağustos 2011 Salı
 Sabah erkenden Astipalia’ya veda ediyoruz. Uzun bir pasajdan sonra önce sancakta Kos görünüyor, ardından Kalimnos. Yol boyunca hafif kuzeyli rüzgarla seyir halindeyiz. Kalimnos’un batısı oldukça renkli bir sahil. Burada Telendhou isimli bir ada ile Kalimnos adası arasından geçiyoruz. Keyifli bir sahil.
   Telendhou boğazı / Kalimnos 
 Daha önce de buradan geçmişliğimiz var. Sonra biraz yukarı tırmanarak, Kalimnos’un kuzey burnunu yalayarak Xerokambos koyuna giriyoruz. Burası Leros adasının güney ucunda yer alan bir derin koy. Koyda bir iki basit taverna ile bir sürü tonoz var. Bizim amacımız Pandeli’de kalmak olduğundan burada fazla kalmadan Leros’un doğu sahilinden yukarı seyrediyoruz. Orada yer bulur muyuz biraz şüpheli. Akşam gün batmadan Pandeli koyuna giriyoruz.
   Pandeli'de akşam üzeri
 O kadar çok tekne var ki, nerede demirleyeceğiz büyük bir sorun gibi. Neyse demirli teknelerin arasından geçerek sahile en yakın sayılabilecek bir yerde demiri indiriyoruz. Alışkanlık olsa gerek, demirledikten sonra dalınca yakında bir tonoz şamandırasından dibe doğru salınan bir halat gözlemliyorum. Dip derin ama su pırıl pırıl. Tonoz belki başkasına aittir düşüncesiyle sadece bu halatı dipten kaldırıp, Titi’ye verip vasattaki koçboynuzuna bağlamasını istiyorum. Vakit biraz ilerleyince tonoza kimse sahip çıkmadığından onu da alıp, kıça bağlayınca 3 yerden bağlı bir teknede geceleme konumuna geçiyoruz. Nereden eserse essin mıh konumundayız J
  önden demir vasattan ve kıçtan tonoz :-) 
 Akşam sahile botla gidip, Psarapoula isimli restoranda yemek yiyoruz. Etrafta birkaç Türk masa var J Bu restoran Hürriyet’e ilan veriyormuş, Türkler gelsin diye. Bence bu fiyatlarla epey müşteri çekerler. Gece deliksiz bir uyku çekiyoruz.
17 Ağustos 2011 Çarşamba
 Sabah erken uyanıyoruz – bilmiyorum neden.. Ben bota atlayıp sahile gittim ve ekmek bakındım. Fırın bulamadım ama bir market yeni açıyordu. Orada ekmek olduğunu öğrendim, yaşlı market sahibi fırından aldığı ekmeklerden birini motosikletin arkasından alıp parasıyla bana verdi – yetmez, birde kendisine aldığı üzümlü ekmekten 2 dilim kesip bunu da al dedi. Zor bulunur bir davranış. Atladım bota geri döndüm. Torbayı Titi’ye verdikten sonra botu eğreti bağlayıp tekneye atlamış olacağım ki, bir de baktım bot tekneden çözülmüş açığa sürükleniyor. İnanılmaz ama birkaç sene önceki seferde buraya bağlandığımızda bu meret bot yine kaçmıştı. Üzerimde pantolon vs. bir anda Titi’nin ekspres getirdiği mayoya bürünüp sabah vakti buz gibi suya atlamak zorunda kaldım. Bota yetiştim ama artık yaş kemale ermiş bu işler genç işi diyorum. Atlayıp içine kürekle geri geldim.
 Ortalık hala sakin, millet uyuyor. Aniden koya son derece sessiz biçimde bir Yunan sahil güvenlik botu giriyor ve özellikle biri gulet, diğeri büyücek bir motor yat 2 Türk bayraklı tekneyi kontrol ediyor. Daha önce rastlamadığımız bir kontrol şekli.Kahvaltının ardından bütün bağlı olduğumuz tonoz halatlarını atıp yola çıktık. Eh yol yine uzun. Önce Lipsi’nin güney sahili, ardından batısından dolanarak Arkoi adasının karşısındaki Marathonas koyuna vasıl oluyoruz. Öğle saatleri. Demir atıp, sahilde son  gelişimize göre eli yüzü epey düzelen bir restoranda ufak tefek bir şeyler atıştırıyoruz.
 Arkoi adası - Marathonas koyu  
 Bugün bir yelken yarışı var, yelkenliler tramola tramola önümüzden seyir halindeler. Ardından Marathonas ‘ın doğu sahilinden doğru Agathonisi’ye vuruyoruz. Koya kısa bir bakış ve Titi’nin bir yüzme molasından sonra rota Pythagorio marina.  Pythagorio’nun güneyinde Yunan yangın söndürme uçakları su boşaltma tatbikatı yapıyorlar. Defalarca alçalıp, su alıp, boşaltıyorlar. Enteresan bir gözlem.  Akşam hava kararırken Pythagorio’ya bağlanıyoruz.  Eh 3 günde  Girit’ten buraya sağlam yol gelmiş olduk.  Akşam tanıdık bir coğrafyada keyifli, bir akşam yemeği bizi bekliyor. Polis’e mi ?? Yarın gideceğiz…
    
18 Ağustos 2011 – Perşembe
 Bu seyir porsiyonunda son günümüz. Teknemizi Sığacık’ta bırakıp, Istanbul’a dönerek biraz çalışmamız gerektiğine karar verdik.  Pitagorio’dan pasaport çıkışı – liman işlemlerinin bitirilmesi - gerekli mazotu ve (99 litre) suyu ve erzakı alarak, sabah 11:00 gibi ayrılabildik. Ehh biraz geç tabii. Samos’un kuzeydoğu ucuna kadar her şey yolunda sonra denizler büyüyor ama idare eder.  Kestirmeden kuzeye Doğanbey burnuna vuruyoruz. İlk 2 saat fena değil, dalga da bize büyük sorun teşkil etmiyor. Ama Doğanbey burnuna birkaç mil kala öğleden sonra rüzgar iyice şiddetleniyor. Dalga büyüyor ve hız düşüyor. Rüzgarın kafadan gelmesi de ayrı bir sorun. Daha da kötüsü Doğanbey Sığacık arasında sahile ne kadar yapışsak bile rüzgar ve dalga kafadan esmeye devam edecek. Tereddütlüyüz. Acaba Doğanbey altındaki korunakta mı geceyi geçirsek diye düşünüyoruz. Denemeye değer…
 Koyda bir İtalyan bayraklı motoryat demir atmış, üzerinde hanımlar topless güneşleniyorlar yani sanki o kadar sakin. Sen misin böyle düşünen - Biz de e tamam deyip demir atıyoruz 2 metreye ama bizi geri döndürüp sahile halatla bağlayacak bir düzenek yok. Özetle bir o motoryatla aynı özelliklere sahip değiliz. 10-15 kere demir tarayıp, bir iki kez kayalara yaslanma tehlikesi geçirip, ben halatla beraber yüzüp, uzun halatın bittiğini ve benim tekneyi bağlayamayacağımı bizzat yaşayarak, sonradan motoryatın sahiplerinden olan genç bir hanımla, kaptanın botla yardım etmesine rağmen bir türlü burada var olamıyoruz.
 Sonunda bir karar vermek zorunda kalıyoruz. Topla demiri Titi gidiyoruz.  UFFFF… Neyse yapacak tabii ki bir şey yok.  Tam gaz kuzeye dalga yukarı tırmanıyoruz. O koyda kaybettiğimiz 1-2 saat bize Sığacık girişinde karanlık olarak giriyor. Ama sonunda Sığacık marinaya gece geçte olsa bağlanıyoruz. Her seyirden yeni bir şey öğrenmek – süper bir deneyim. Akşam per perişan bir akşam yemeğinden sonra sızıyoruz. Yorgunluk aşırı..
19 Ağustos 2011 – Cuma
 Bugün tekneyi yıkama ve paklama günü. Ortalık toplanıyor, tekne tuzdan arındırılıyor.  Yarın bir hafta için Istanbul’a döneceğiz. Sığacık sessiz sakin, iddiası olmayan bir marina. Daha yeni olduğundan hizmetler biraz yetersiz ama su, elektrik, palamar yönünden bir eksik yok. Toplamda 705 mil geride bırakarak bir haftalığına işe dönüyoruz. Şahane bir seyrin ilk perdesi geride kalıyor.


28 Ağustos 2011 – Pazar
 Ceyda öğle saatlerinde Hindistan’dan döndü. Biz de onu havaalanından kaptığımız gibi akşam uçağı ile İzmir’e ve ardından Sığacık’a tekneye intikal ettik. Beste Bodrum’da – bayramda Antalya’ya geçiyor. Lolita bizi bekliyor. Buzdolabı çalışıyor ve her şey yolunda. Derin bir uyku çekiyoruz.


29 Ağustos 2011 – Pazartesi


 Sabah marina işlemlerini halledip,temizlemeye bıraktığımız giysilerimizi alıp, Migros’ta alışverişten sonra marinadan ayrılıyoruz. Yolda Ceyda’ya bir sürprizimiz var. Buzlukta onu bekleyen deniz mahsulleri var : Kalamar – Karides ve benzeri frutti di mare J

  

 Sahilden son derece rahat bir kuzeyli rüzgar eşliğinde geniş apaz,önce Alaçatı önünden geçiyoruz, ardından Kara Abdullah burnunu dönüp Çeşme’nin yeni marinasına bağlanıyoruz. O toz toprak, moloz bir lunapark bozuntusunun çalıştığı Belediye marina gitmiş, yerine sosyetik marina gelmiş, her yer ışıl ışıl – bir o kadar da pahalı tabii. Şıkır şıkır pontonlar, led ışıklı terminaller, devasa yatlar.. Marina da dükkanlar - restoranlar denizle alakası olmayan insanlarla full vaziyette. Basit bir yemekte bu fiyat olarak kendini gösteriyor. Yapacak fazla bir şey yok. İyi bir uyku çekip ödenen parayı hazmediyoruz.


30 Ağustos 2011 – Salı


 Şeker bayramının 1. Günü ve de Zafer bayramı. Sabah erkenden marinadan ayrılıp, rota doğrultusunda kuzeye tırmanmaya devam. Çeşme limanından ayrılınca UçBurnu kayalıklarını da hesaba katarak sığlıkların iskelesinden geçerken bingoooo. Çıkrık boşalıyor. Az önce 8-9 metre bir tepeciğin üzerinden geçtik. Önce rapalayı dibe taktık zannediyorum. Oysa tekne durunca bile çıkrık boşalmaya devam ediyor. Ucunda bir balık var belli. Önce geri onun istediği istikamete dümen kırıyorum ve sonra derinlik kurtarınca Sakız yönünde açığa çekip sarmaya başlıyorum. O kadar kolay gelmeye razı değil. Kalama vererek ve aynı bölgede 3 kere dönerek, oltayı sarmaya çalışırken, bir türlü nerde suya daldığını göremiyorum. (misina koyu yeşil) Peki, o zaman misina üzerinden elimde olan minik bir usturmaçayı üzerine gönderiyorum. Bu sayede onu tekneden uzak tutmak niyetindeyim. Sonunda yüzeye çıkıyor,çok belirgin değil ama çırpınmıyor artık.  Ağır ağır onu tekneye çekip içeri alıyorum. 1 kilo üzeri bir sinarit bu. Müthiş bir deneyim.

    

 Akşama fırında sinarit var. Ahali çok sevinçli. Ben ise ekstra sevinçliyim. Uzun zamandır beklenen andı bu. Sonra tam yol ileri rotamız Midilli’nin güneydoğu ucundan Ayvalık. Midilli’yi bordaladığımızda öğleden sonra olmuştu. Rüzgar yok denecek kadar az. Ahmet Altıparmak’ı aradım ve Ayvalık’ta olup olmadığını sorayım istedim. Bayram nedeniyle Bademli’ye inmişler. Dikkat marina dolu, bir ara dedi.  Ben de marinayı aradım. Gerçekten de yer yok. Biraz ısrar edince bir teknelik bir yer buldular. 2 gece kalacağız.    


31 Ağustos 2011  Çarşamba


 Ayvalık’ta kalacağımız  2. gün sabahtan denize açılıyoruz. Tatil olduğu için bizimle beraber pek çok gezi teknesi de sabahtan kanaldan dışarı çıkıyor. Vur patlasın – çal oynasın durumu yani.  Önce Ortunç karşısındaki adanın arkasındaki Akvaryum koyuna gidiyoruz.


 Burada  şükür kimseler yok. Pırıl pırıl bir su daha. Karşı adalarda bulunan cinsten J Öğleden sonra hafif kuzey batılı rüzgar başlıyor ve havayı serinletiyor.  Ortunç’un arka tarafındaki koyda biraz daha zaman geçirip marinaya geri dönüyoruz. Akşam Cunda bayram dolayısıyla tıka basa dolu demeye kalmadan Ayvalık’ın içinde bile yer bulmak imkansız. Rüzgar da sert esince akşamı teknede geçiriyoruz.  Yarın sabah buradan ayrılıp Bozcaada’ya gideceğiz.


01 Eylül 2011 Perşembe


 Önce Assos yönüne, ardından Babakale ve sonra Bozcaada’ya dümen tutuyoruz. Babakale’den sonra hava alışık olduğumuz şekilde sertleşiyor. Bozcaada’ya varmadan önceden konuştuğumuz Şerifali durumu özetliyor. Bayram dolayısıyla limanda hiç yer yok ! E bu da demek başımıza gelecekti.  Ayvalık’tan bunun kokusunu almalıydık.. Bizim önümüzden limana giren 2 tekne arabalı vapur iskelesinin iskelesine bağlanınca biz de üzerlerine bordalıyoruz.  Bizden sonra 3-4 tekne daha geliyor ve balıkçıların oraya kıçtankara oluyor. Ortalık fazlasıyla kalabalık. Restoranların halini düşünemiyorum. Herhalde bir kıyım hali vardır. Bir ara çarşıya gittiğimde kanalizasyonun bile taştığını duydum – vah Bozcaada vah..

  Bozcaada'da bayram


02/03 Eylül 2011 Cuma/Cumartesi


 Sabah erkenden hava yumuşak olsa da, Nara burnu sonrası sert bir rüzgarla, Çanakkale boğazı, ardından Şarköy gecelemesi ve sonunda 3 Eylül günü akşam saatlerinde geniş bir halk kitlesi tarafından karşılanarak F13’e vasıl olduk ve 2011 seyri geride kaldı. Anladık ki, her seyir ne kadar önceden programlansa bile seyir esnasında rota değişebilir. Kalınan limanlarda süre uzatılabilir. Yeni dostluklar kurulabilir. Eski dostlarla zaman kaybetmeksizin hasret giderilmesi gerekir. Her daim değişen deniz manzaralı tek bir yerimiz var o da teknemiz.

    

Gülebilmek hayata zenginlik katar.  Hayatın en güzel yanı geride kalan şahane anılar ve geçirilen keyifli zaman. Yaşam her şeye değer… Hele buna bir de resimlerdeki yemekler, içecekler eşlik ediyorsa..
  
    

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İlk teknemizin önce alınma ve sonra veda öyküsü

Önsöz / Intro