2015 : Girit ve kaçan balıklar

2015 : Güney Ege – Girit ve kaçan balıklar

 Kuşadası –Pithagorio – Patmos (47 dm) – Lewitha – Amorgos (64 dm) – Keros – Ios (35 dm) – Skinos – Folegandros – Milos (51 dm) – Chania (82 dm) – Rethymnou (35 dm) – Heraklion (35 dm) -  Spinalonga (36 dm) – Agios Nikolaos (9 dm) – Sitia (22 dm + 18 dm) – Kasos (42 dm) – Karpathos (20 dm) – Lindos (54 dm) – Göcek (60 dm) – Kaş (47 dm) : 652 dm

 Kuşadası’nda yapılan bakımların ardından Lolita, 31 Temmuz 2015 günü öğleden sonra suya indi.  Bu defa dümen dolabının üst kısmındaki bir üretim hatası giderildi, zehirlisi itina ile yapıldı, motoru bakımdan geçti ve yan gölgelikler ve borda folyoları yenilendi. 31 Temmuz öğleden sonra 1000 TL tutan yakıt doldurulduktan sonra, yerine bağlanarak, temizlik ve ikmal yapıldı ustalara bakiyeleri ödendi. Toplam bakım harcamaları 5,000 TL civarında oldu. 1 Ağustos Cumartesi günü dolapların yerleştirilmesi ve hazırlıkların tamamlanması ile geçtikten sonra, akşam 2. kaptanın da İstanbul’dan gelmesiyle marşa basıldı ve gece seyri başladı. Bu sene internet çözümünü hazır kart takılan bir internet dağıtıcı marifetiyle yapınca bütün cihazlar aynı hattan internete çıkar oldu. Büyük kolaylık. Marinadan ayrılırken tekneyi sahil beslemeden ayırınca akünün alarmı ötmüş ama ben duymadım; Tijen de epey sonra söyledi. Ayrıca ilk geldiğinde teknede tuhaf bir koku fark etmiş ama biz kaynağını bulamamıştık. Havalandırınca da kısmen ortadan kaybolmuştu. Bu kokunun kaynağını ilerleyen günlerde bulacağız.

Denize çıkınca bir nebze serinleyen havada düşük devirle Samos’un doğusunda Kervelis Koyu’nun keyifle yolunu tuttuk, 2 saati bulmadan buraya ulaştık, sakin havada güzelce demir döşeyip alargada uykuya daldık. Uyanır uyanmaz, Pithagorio’ya devam ediyorduk ki, sahilde bir burnun üzerinde 8-10 mülteciyi gözlemledik. Aynı sabah limandan ayrılan teknelerden birinin yerine kısa süreliğine kıçtankara bağlandık. Yanaşır yanaşmaz liman görevlisi 10 Euro’yu alıverdi. Burada yapmamız gereken işlemlerin ve muhtelif gıda alışverişinin ardından, yanımızdaki Türk teknelerinde oturanların biraz da şaşkın bakışları altında (niye geldi niye gidiyor gibisinden) halat çözüp ayrıldık. Liman dışında NazeninV olanca heybetiyle salınırken, biz rotamızı Patmos’a yönelttik. Sakin sayılabilecek kuzey batılı rüzgârla kalan 29 mili tamamlayıp, Patmos limanının daha güneyinde bulunan Groikou Koyu’nda demir attık. Burada bir takım şamandıralar olsa da birilerinin buralara bağlanan teknelerden para aldığını düşünüyorum. Biz her şeye rağmen bu şamandıralardan birine kıçtan koltuk halatı aldık, para isteyen olmadı. Keyifli bir yüzme molasının ardından akşam botla sahile çıkıp, koya yukarıdan bakan küçük bir tavernada alışılagelmiş bir akşam yemeği yedik. Gecenin ilerleyen saatlerinde birkaç kez yeterli seviyenin altına düşen voltaj nedeniyle akü alarmına uyanarak makineyi çalıştırmak ve alarmı susturmak zorunda kaldım. İyiye işaret değil.

 Bir sonraki gün yolumuz biraz daha uzun. Akü alarmı yüzünden zaten erken kalkınca Patmos’tan ayrıldık ve rotayı güneye çevirdik. Rüzgâr bir gün öncesine göre biraz daha fazla ve kıçtan geliyor. Acaba Leros’a mı gitsek diye düşünürken, miller geride kalıyor ve biz Kalimnos’un batısında kalan Levitha Adası’na doğru yaklaşıyoruz. Levitha’nın doğu ucunu dönünce deniz de sakinleşti. Biz de adaya bir göz atmak için Levitha Koyu’ndaki şamandıralardan birine bağlanıyoruz. Kılavuz kitapta yazılanlara göre adada sadece 2 aile ikamet ediyor. Daha ziyade keçi besleyerek, herhalde mikro tarım yaparak ve balıkçılıkla geçiniyorlarmış. Biz de derme çatma iskeleye bağlı bir balıkçı teknesinde ağ temizleyen birilerini uzaktan gördük. Aslında burada kalarak berrak denizin ve güven içinde bağlanmanın tadını çıkarabilirdik ama akü alarmı yine bizim keyfimizi kaçırdı. Bu gece elektriğe bağlanmazsak uyku yok demektir.
 Çaresiz halatı çözüp pruvayı Amorgos’a doğru batıya çevirdik. Ancak rüzgâr WNW (Batıkuzeybatı) yönüne dirise edince dalgalar baş tarafta büyümeye başladı. Bu sebeple biraz daha güneye dönerek, Levitha’nın batısındaki kayalıkların ve adanın güneyinden nispeten korunaklı şekilde Amorgos’a yöneldik. Bu havada Amorgos’un kuzey sahilinde çok dalga yiyeceğimizi düşünerek, yolu uzatma pahasına güneyinden dönmeye karar verdim.  Amorgos’un doğu ucunu geride bırakıp, rüzgârın nereden eseceğini şaşırdığı, kararsız kaldığı bir anda ucunda mavi rapala bağlı olta çılgın gibi boşalmaya başladı. Hemen tekneyi boşa alıp, hızlıca durdurmaya ve oltayı yuvasından almaya çalıştım. Misina boşalmaya devam ediyordu. Oltada neredeyse ip kalmıyordu ki balık birden durdu. Bu arada bende mücadele kemerini takmıştım ve hızlıca sarmaya başladım. Ancak artık bir alıp bir verme zamanı gelmiş olmalı ki, ben ne kadar sararsam, balık da o kadar alıyor.  Bu şekilde hem rüzgâr hem de dalga izin verince mücadele kemerinin desteğinde 50 dakika kadar balıkla boğuştuk. Bu süreçte Tijen benden aldığı bilgiye göre tekneyi durmadan iskele, sancak, tornistan manevralarıyla oltanın suya girdiği yere göre ayarda tutuyor ki balık hep gözümüzün önünde bir yerde olsun. Sonunda kalomayı biraz daha sıksam iyi olacağına kanaat getirdim, yoksa saatlerce aynı yerde uğraşacağız ve Amorgos’a hâlâ 25 milden fazla yolumuz var. Kalomayı sıkınca balık da benden misina almayı bıraktı ve bize epey yanaştı. Ama başka bir sorun var, teknenin altına girdi girecek. Bu nedenle yaklaşınca Tijen tekneye yol vererek altımıza girmesini önlüyor. Bunun da yarattığı problem sonucu zaten direnmekte olan balığı zorla çekiyoruz ve oltaya binen yük artıyor. Sonunda 4-5 metre derinlikte balığı gördük : 80-90 cm. uzunluğunda beyaz karınlı, oldukça güçlü görünen başı büyücek, kuyruğuna doğru incelen şahane bir balık bizimle beraber yüzüyordu. Sonunda bir kafa attı, misinayı rapala düğümünden kopardı ve kayboldu gitti. Biz de onun şokuyla kalakaldık.

 Makineye yol verip, Amorgos rotasına döndük. Ama bizi bekleyen sürpriz bununla sınırlı değildi,  adanın güneyine girdikçe kuzeyli rüzgâr delirdi, dalgalar büyüdü, ben dümeni otopilottan aldım ve dalga kollayarak kıyıya yanaştım. Başımıza geleceği önceden biliyorum, dağdan inen rüzgâr tepemizde patlayacak. Nitekim patlıyor da ve rüzgârın şiddeti artıyor, bir ara 47 knot gördüm, görmediklerim 50’leri geçmiş bile olabilir. Baştan aşağı sırılsıklam vaziyette, kıyıya yanaşınca dalga bitiyor, rüzgâr devam.  Tekne kuru direk yatıyor, klasik Ikaria havası. Bütün bu dalgaların arasında bir ara karşımızda duvar gibi yükselen dağın içine oyulmuş şu meşhur Hozoviotissa Manastırı’nı görüyorum. Belki oradan bakanlar bize dua ediyorlardır. Ya da “bunlar deli mi ne - ne yapıyorlar bu havada denizde ?” diyorlardır diye düşündüm. Sonunda kıyıya iyice yanaşarak, Amorgos’un batı ucunu biraz da korkarak döndük; korkarak diyorum, “adanın kuzeyinde dalga nasıl olacak kimbilir?” diye. Neyse pek korktuğumuz gibi olmadı, nispeten daha az yoğunluklu kuzeybatı rüzgârı ve dalgasıyla kendimizi Amorgos limanının bulunduğu koya attık. Bulduğumuz boş yere 30 metre kadar demir döşeyerek kıçtan kara bağlandık. Pestil gibiyiz ama elektrik ve su bağlantılarımızı da hallettikten sonra dosdoğru karşımızdaki restorana gittik. Yemek yiyecek halimiz yok zira aklımız kaçan balıkta. Yemek boyunca kendi eleştirilerimizi ve yaşadıklarımızı konuşuyoruz. Yorgunluktan bitkin halde yatıyoruz. Amorgos’ta biraz dinlenip, geçen sefer göremediklerimizi görmek niyetindeyiz.
 4 Ağustos sabahı, tekneyi biraz toparladıktan önce polise giderek evraklarımızı gösterdik, sonra ben akü konusuna eğildim. 2 servis aküsü de tam bakımsız olmasına rağmen, geçen sene başka bir elektrikçiden aldığım tavsiyeye dayanarak kapakların üzerini örten folyoyu kaldırıp, eski usul su ilave edilen kapakları açıyorum. Akülerden birinde su seviyesi kurşun plakaların altında! Diğerinde ise hemen az üzerinde! Özetle ilkinde durum kritik. Öğleden sonra bir araba kiralayıp, önce Hora olarak adlandırılan tepedeki köye çıkıyoruz. Köy gerçekten etkileyici, bakımlı dar sokakların içinde artist stüdyoları, butikler, kahveler var. Evler hiç bozulmamış, yaşam burada ağır tempoda sürüyor. Kısa bir turun ardından dönerken yol üzerindeki benzinciden akü suyu temin ettik ve elektriği kestikten sonra teknede akülerin suyunu tamamladık. Tekrar şarja alınca suyu iyice eksik olan aküden hidrojen gazı çıkışı başladı. Sevimsiz bir durum - ayrıca gaz yanıcı. Bu koku Tijen’in geldiği gün duyduğu kokunun aynısı. Bu akü ile yola devam etmek imkânsız görünüyor. Hemen akü şarjını durdurup gaz çıkan akünün kutup başlarını ayırdım. Bu geceyi tek akü ile geçireceğiz, ama zaten kıyıdan 220 V elektriğe bağlıyız. Özetle bir sorun yok. Neyse ki diğer akünün şarjında problem görünmüyor. Adaya bir ferry geldiğinde trafik tıkanıyor, ama yarım saat sonra herkes ortadan kayboluyor.

 Akşam bir sürü aksiliğin üzerine bir güzellik yaparak port polisin altındaki restoranda, iki büyük sinarit diliminden yapılmış (1 kilodan fazla) nefis bir ızgara yedik. Hesap biraz fazla tuttu ama değdi. Aklımız hâlâ kaçan balıkta.
   
  Çarşamba sabahı, önce kirli çamaşırları teslim edip akşama alma organizasyonu yaptık sonra yeniden akü konusuna eğilerek, yakındaki benzinciye gidip akü sorduk, aynı marka ve aynı amperde (140aH) bir akü bulduk. Biraz tuzlu ama yapacak bir şey yok. Yine de adam fiyatını 220 Euro’dan 200 Euro’ya düştü. Sen bunu biraz şarj et, dönünce alalım diyerek ayrıldık. Yine yukarıda yer alan köyde bu kez gündüz vakti bir tur atıp, bir de kahve içtikten sonra aküyü alıp tekneye döndük. Eski aküyü söküp, yeni aküyü monte ettikten sonra her şey yoluna girdi. Eski aküyü alıp benzinciye götürdük, ölçtürdük – akü sizlere ömür. Bu problemin oluşmasında Kuşadası’nda bağlıyken buzdolabı çalışan tekneyi şarjdan ayıran; bizim fişi çekip sonra yerine takmayan - kendisi belirsiz muhtemelen usta kılıklı şahsın payı var!   Öğleden sonra otomobille adanın kuzey sahilinden doğusuna gittik. Bu sahilde adanın ortalarına doğru büyük bir ada ve arasında berrak bir deniz var. Adanın denize rahat girilecek nadir yerlerinden biri. Aslında gelirken mesafeyi azaltmak için adanın kuzeyi de tercih edilebilirmiş ama o zaman da kaçan balıkla mücadele edemeyecektik. Akşamüzeri dönüp daha önce fırtına içindeyken gördüğümüz Hozoviotissa Manastırı’na gittik. Ziyaret saatleri sınırlı, kapalı kılık kıyafet koşulları var.
      Hozoviotissa Manastırı
 Gerçekten çok etkileyici, adanın güneyinde duvar gibi inen kayalığın üstten ve alttan tam orta yerine yapılmış. Aracı park ettikten sonra çok sayıda merdiveni tırmanarak ulaşılan bir yapı. Yapımı 80 yıl sürmüş. İçeride bir rahibin ikram ettiği şarabı tattık. Buradan denize baktığınızda manzara harika. Tabii 2 gün önceki halimizi ve buradan o seyirde bizim nasıl göründüğümüzü tekrar görmek istemem. Daha sonra aracı teslim ettik. Bir günlük kiralama bedeli 45 Euro + yakıt. Çamaşırları da teslim aldık, 6 kilo 18 Euro tuttu. Son olarak polise gidip ertesi sabah çıkışımızı kayda geçiriyoruz. Akşam yemeğini - biraz da ortalamayı düşürmek için - daha mütevazı bir restoranda yedik. Restoranı çocukken buralara gelmiş şimdi 40’lı yaşlarda bir Arnavut işletiyor. 

 6 Ağustos sabahı Amorgos’tan halat çözerek, önce kuzeybatıdaki adaların güney sahiline dümen kırdık. Ardından Ios Adası’nı güneyinden dönerek, öğleden sonra Ios limanına bağlandık. Limanda boş olan yerde tonoz halatı olmayınca girişte iskele tarafa baştan demir, kıçtankara bağlandık. Liman içinde tonoz zincirini işaretleyen bir fener var. Suyu ve elektriğimizi bağladıktan sonra kullanmak için gereken kartı limandaki acenteden temin ettik sonra gidip polis işlemlerini tamamladık ve ardından burada bulunan Carrefour’dan biraz yiyecek takviyesi yaptık. Alışverişten dönerken yakıt tankerine rastlayınca hemen yakıtı tamamlayalım istedim. Depo 65 litre (84 Euro) yakıtla doldu. Önümüzdeki günler için garantili gitmek lazım. Akşam rıhtımdaki kaldırımın üzerinde salaş bir yerde yemeğimizi yedik. Aslında 2.seferdir bu adada doğru dürüst yemek yiyecek bir restoran bulamıyoruz. Belki de biraz daha araştırmamız lazım. Polis bir ücret almıyor, ayrıca bir liman görevlisi de yok. Yani elektrik ve su dışında bağlanmak ücretsiz.

  Cuma sabahı buradan ayrılarak önce Sikinos ardından Folegandros Adaları’nın güneyinden Milos Adası’nın kuzeyindeki Milos/Kimolos Boğazı’na yöneldik. Burada kısa bir yüzme molasının ardından adanın kuzeyinden güneye dönerek geniş koyun ağzına geldik. Burada bizi kurt başına benzer bir kaya karşıladı. Koya girdiğimizde gördüğümüz renkli sahilhaneler hoş bir sürpriz oldu. Ege’nin bu bölümü tarih boyunca daha çok korsanların elinde olmuş. Belki de bu nedenle şimdi adada yaşayanlar, evlerinin yanı sıra sahilde 2 katlı - altı kayıkhane üstü balkon/depo/yazlık/baraka – çok renkli sahilhaneler yapmışlar. Genelde gizli saklı burunların ardında korunaklı şekilde konumlandırılmışlar. Aklıma nedense Boğaz’daki Garipçe köyü geldi. Bir süre sonra koyun ucunda yer alan Milos limanına (Adamas) varıyoruz. Baştan demir atarak kıçtan kara oluyoruz. Yanaştığımız saatlerde ortalık epey sıcak. Milos’a eski Lolita zamanından beri gitmek istemişimdir. Bir türlü kısmet olmamıştı. Bunda Paris Louvre müzesinde sergilenen Milos Aphrodite heykelinin de büyük payı var. Hareketli bir şehir kafeler, dükkanlar bir sürü turist ağırlıyor. Elektrik ve su bağlantılarını hemen yaparak, polisi ziyarete gidiyoruz. Genelde registration, sigorta, transit log, crew list ve ilk giriş belgelerini soruyorlar. Nadiren pasaport sordukları ve fotokopi çektikleri oluyor. Ama seyrin tamamında son derece cana yakın, nazik görevlilerle karşılaştık. Etrafı dolaştıktan sonra tekneye dönüp bir happy hour yapalım, etrafı seyredelim istedik. Akşam yemeğini limandaki restoranlardan birinde yedikten sonra uykuya daldık. Yarın çok uzun bir gün olacak.                

  Milos girişi ve sahilhaneler
 Milos Port

  Gece biraz da koya giren soluganların etkisiyle tekne ara ara sallandıysa da 8 Ağustos Cumartesi sabahı ancak 09:00’da halat çözdük. Soluganların sebebi sabah belli oldu : Koydan çıkarken epey bir dalga olduğunu gözlemledik. Demek rüzgâr bütün gece koyun dışında esmiş. Daha sonra güneye dönünce dalgayı da arkadan almaya başlayarak nispeten seyri kolayladık. Tam adanın güney batı burnuna geldiğimizde otopilot birden devreden çıktı. Aslında elektriksel bir problem yok, ama mekanik bir problem var. İşte bu hiç hesapta yoktu. Bu gün en uzun seyir rotasındayız. Dalgada sığınıp probleme bakacak bir yer olmayınca, gün boyu Tijen’le nöbetleşe dümen tuttuk. Güneş batarken Girit’in batısında Akrotiri yarımadasının batı ucunu yakaladığımızda ikimiz de epey yorulmuş haldeydik. Ancak yola devam ettik ve hava yavaş yavaş kararmaya başladı. Haritaokurdan aldığımız veriyle ve oldukça fazla aydınlatılmış Hanya şehrini çıplak gözleyerek, limana yaklaştık. Bilmediğimiz bir limana üstelik gece girmek iyi değil ama yapacak bir şey yok. Mendirek fenerini iskelede, yeşil sığlık fenerini yeterince uzak olacak şekilde sancakta bırakarak liman içine süzüldük. Ağır yolla ilerlerken, karaltı halinde kıçtankara bağlı bazı yelkenliler gördük. Bunların arasına girmeye karar verdik. Ne var ki tonoz var mı yok mu belli değildi ve ben de tonoz olabilecek bir yere demir atmak istemedim. Son anda Tijen fenerle aydınlattığı yelkenlilerden birinin demirini tekne üstünde görünce tonoz olduğunu anladık ve kıçtankara manevraya başladık.  
 Kıyıdaki rıhtım ellerinde içki bardakları, ayakta, oturan insanlarla dolu ve yüksek volümlü müzik yayan barlara ev sahipliği ediyordu. Sanki Reina’ya yanaşıyorduk J Sonuçta karaya yaklaştığımız zaman karadakilerden biri işaret ettiğimiz tonoz halatını bize verdi, bir diğeri halatlarımızı alıp bize geri verdi, ardından nereden geldiğimizi sordu; sonra hiç bir şey olmamış gibi hepsi eğlenceye geri döndüler. Bizse bağlandıktan sonra olan bitene şaşa kalmıştık. Nasıl bir yere gelmiştik? Tekneyi sağlama alıp, elektriği bağladıktan sonra, toparlanıp üstümüzü değiştirdik, rıhtıma çıkıp kalabalığa karıştık ve ardından şık bir restoranda gece yarısı sıra bekledikten sonra yeni bir güne akşam yemeğiyle merhaba dedik!   Akşam yattığımız baş kabinden duyulan gürültülü müzik sabahın ilk saatlerine kadar devam etti ama bir taraftan yorgunluk, diğer taraftan tekne içinde çalıştırdığımız vantilatörle perdelenen dış gürültü deliksiz uyumamızı sağladı. Sıcak enlemlerde uygun boyutta bir vantilatör hayat kurtarıcı bir görev üstleniyor. Sabah uyandığımızda kendimizi tarihi şehrin tam kalbine bağlanmış bulduk. Koca bir iç liman, daha ufak bir marina, deniz tarafını çevreleyen tarihi mendirek ve kara tarafında tarihi binalar (silah depoları, kale duvarları vs.) sabah bize Hanya’ya hoş geldiniz dediler. Kuzeye bakmasına rağmen rüzgârın esmediği sabah saatlerinde oldukça sıcak bu eski şehri keşfe çıktık. Sahile bakan binaların altında her türden restoranlar, barlar, kahveler, turistik faytonlar – içeri giren dar sokaklarda bir sürü turistik dükkân ve ortalıkta binlerce turist. Gerçekten enfes bir Girit panoraması ile karşı karşıyaydık. Onca deniz milini geride bıraktığımıza değmişti.   Öğlen olmadan arka ambarı boşaltarak otopilotu incelemeye başladım. İskele kabindeki dar kapaktan içeri girilerek orada yapılması gereken bir problem olması ihtimali beni düşündürüyordu. Zira ne kapak benim hacmime uygun, ne de girilmeye çalışılan arkasındaki bölüm. Bu iş için benim dörtte bir boyutumda biri lazım. Tekne geldiğinden bu yana geçen 8 yılda bu işi galiba 2 kez denedim ve bana yetti. Bu defa şansımı önce havuzluktan inilen arka sancak ambarda deniyorum. Bingo daha ilk seferde otopilota kumanda eden piston başının kumanda milinden ayrıldığını gördüm. Saplamasını çıkarıp yerine vira ettikten sonra saplamayla tekrar sabitledim, olay çözüldü. Bu aksamları söken Kuşadası’ndaki servis elemanı bu pistonu mile eğreti bağlamış olmalıydı. Neyse ucuz atlatılmış bir sorun daha geride kaldı.   4 sene önce Girit’te Agios Nikolaos’a gelmiş ama zaman darlığından Hanya’yı karadan bile görememiştik. Pazar olduğundan bazı dükkânlar haliyle kapalıydı. Yine de gün boyu şehri gezdik, ara sokaklara daldık ve tabii ki polise de gittik. İşlemleri yapınca transit logu alıkoydular ve giderken liman makbuzunu gösterince alırsın dediler. İlk kez karşılaştım ama daha sonra Agios Nikolaos’ta da benzeri işlem olunca demek Girit’te uygulama böyle dedim. Bu kez akşam yemeğini çok hoş, kat araları ve damı olmayan, 4 duvar metruk bir binadan dönüştürülmüş avludan ibaret bir restoranda yedik. Hanya’da böyle binalardan başka örnekler de var. Güzel bir dekorasyonla içeride romantik bir ambiyans oluşmuş.   Ertesi gün sabahtan Carrefour’a gidip biraz yiyecek aldık. Daha sonra Tijen gün boyu birkaç kez kendini sokaklara atınca, bende zamanı ufak tefek toparlanmayla geçirdim. Hava çok sıcak olduğundan tentelerin altında serin havuzlukta oturup bira içmek, gelip geçeni seyretmek ayrıca keyif verdi. Liman görevlisi Spiro’yu bulup liman ücretini ödedim : 7 Euro x 3 gün + 4 euro elektrik + 3 euro su (3 gün için şehrin göbeğinde çok hesaplı)- Ardından polise gidip makbuzu gösterip transit logu aldım. Akşam yemeğinden sonra tekneye döndük.  
 Chania


 Chania Port 
 11 Ağustos Salı sabahı Hanya’dan ayrılma vakti. Akrotiri yarımadasının etrafını dönerek doğuya doğru seyirdeyiz. Bu akşam Rethymnou’da kalacağız. Yolda aniden olta yine boşalmaya başlıyor. Hadi bakalım demeye kalmadan, bir de ne görelim, oltayı boşaltan bir martı! Kamikaze gibi sen rapalaya dal, bir yanından kancaya takıl sonra başla çırpınmaya… Çaresiz misinayı kesip, martının kurtulması için katkı veriyoruz. Gitti güzelim kırmızı/beyaz rapala da! Böyle giderse misina da kalmayacak. Bu esnada etrafta ne kadar martı varsa rapalaya takılan martının üzerinde uçuyor. Öğleden sonra Rethmynou limanında marinadan içeri giriyoruz. Anonsa önce kimse cevap vermiyor. Sonra biri A pontonuna dıştan demir atıp kıçtankara yapın diyor. Biz de söylenen şekilde bağlanıyoruz. Ortada kimseler yok. Ayrıca bir de tonoz halatı bulunca onu da emniyet amaçlı başa bağlıyoruz, rüzgâr sancak omuzluktan basıyor. Su da var, elektrikte - etraf sakin! Akşamüzeri şehre gidiyoruz, şehirde iç liman kalabalık ve turist kaynıyor, geri kalan bölümler ise sakin. 
  Polis işlemlerini de tamamladıktan sonra yemeği yiyip tekneye öyle dönelim diye düşündük. Akşam 21:30’da limanda konser var! İç limana bakan bir kahvede bir şeyler içtikten sonra arkamızdaki restoranın 2 kattaki minik balkonunda lezzetli bir deniz mahsulleri tabağı sipariş ediyoruz. Lezzetli ve biraz da pahalı ama jumbo karidesler esaslı, ahtapot ızgara da… Daha sonra George Dalaras, Eleni Vitali ve Glykeria’nın sahne aldığı konseri izleyip, tekneye döndük. 25 euro giriş ücreti olmasına rağmen konser epey kalabalık. İzleyiciler genç-yaşlı demeden şarkılara eşlik ediyor. Bizim için hoş bir sürpriz daha… Ertesi sabah marina ücretini ödeyip (23 Euro) polisten çıkış onayını aldıktan sonra limandan ayrılıyoruz.   Sakin bir havada Rethymnou – Heraklion seyri yapıyoruz. Rota boyunca düz sahil bandı sığ ve otellerle dolu. Heraklion’a yaklaşırken biraz kuzeyli rüzgâr + dalga başlıyor ve ardından kendimizi dev mendireğin ucundan içeri atıyoruz. Burada nereye bağlanacağımızı biz de bilmiyoruz. Pek uygun yer yok! Kılavuz kitap fazla bir yer önermiyor. Limanın sonuna kadar gittiğimizde bir iki yatın polisin önündeki yüksek rıhtıma kıçtankara bağlı olduğunu gördük. Sancakta kaleyi bırakıp biraz daha içeri girince pontonlar, parmak iskeleler ve bunlara bağlı tekneleri gözlemledik. Boş bir pontona kimse yokken kıçtan kara bağlandık ve daha sonra belki kovuluruz diye derhal suyumuzu doldurduk. Elektriği ise bağlamadık, ortalığı izliyoruz. Çok geçmeden yanımıza doğru seyirten 6-7 metrelik motorbot bize yönelince çıktım baktım - adam benim yerimdesiniz der gibi bir şeyler söylüyor J Hiç bozuntuya vermeden, peki yanın boş mu 1 gece kalacağız dedim? O da evet boş oraya geçin dedi. Hemen Titi ile Lolita’nın kıç halatlarını söktük, diğer tonozu aldık ve tekneyi 2 dakikada iskele taraftaki parmak pontona taşıdık. Sancak usturmaçaları adamın teknesine göre ayarlayınca o da yerine şıp diye girdi. Bir de yardım edip baş halatlarını aldım, yerimizi sağlama alalım diye J Sonra az biraz muhabbet ile kısa sürede dost oluverdik. Meğer onun da seyahat acentesi varmış, tekneyi kapatırken sohbete devam ettik. İyi akşamlar diyerek ayrıldı. Hemen ardından elektriği de bağladık, neta olduk. Burada kimseye ses etmeden geceyi geçirme kararındayız, zira doğru dürüst başka yanaşma yeri yok! Akşam şehre inip terasta bir restoranda biraz gürültülü müzik altında yemeğimizi yedik ve vakitlice tekneye geri döndük.   13 Ağustos sabahı ortalık fazla kalabalıklaşmadan ekmeğimizi alıp, yolda kahvaltı etmek üzere limandan ayrıldık. Böylece Heraklion molası bizim için ekonomik kapandı. Rethymnou – Heraklion arasına benzeyen bir sahilin ardından Ioannis Burnu’nu dönerken önümüzde büyücek bir balık 2 kez su üzerinde atladı, biraz dolandık ama rast gelemedik. Kısa bir yüzme molasının ardından Spinalonga lagününe girip sonuna kadar gittikten sonra lokantaların önüne demir attık. Lagünün sonunda deniz gerçekten kirli - ilk defa. Geceyi alargada geçireceğiz. Botu indirip karaya çıkıyoruz ve deniz kenarı tipik bir tavernada akşam yemeğimizi yiyoruz. Epey yorulduğumuzdan yemekten sonra tekneye dönüp uykuya dalıyoruz. Lagün içinde yaprak kımıldamadığı için ayna gibi suda mışıl mışıl uyuyoruz. Sabah kalktığımızda etraftaki evlerin, aksi suya vurmuş, bize günaydın diyor.
                Spinalonga




















  
 Early morning @ Spinalonga

  Yolda kahvaltı etmek üzere demiri topluyoruz. Bugün en kısa seyir günümüz: Sadece 9 milin ardından Agios Nikolaos’a bağlanacağız. Bu nedenle günün büyük bölümünde Merambellou Körfezi’nde, Psira Adası’nın kıyısında balık bakıyor ve yüzüyoruz ama ortada balık falan yok. Sonunda öğleden sonra Agios Nikolaos Marina’ya bot yardımı olmadan (zaten bot yok) yerinde bir tornistan manevrasıyla bağlanıyoruz. Bu 2 gün Pazar’la birleşerek Yunanistan’da önemli dini bayramlardan biri (Meryemana’nın göğe çıkışı). Bu nedenle kiliseler hınca hınç dolu, bazı dükkânlar ise kapalı. En önemli dini tören önceden ziyaret ettiğimiz Tinos adasındaki katedralde gerçekleşiyor. Şehir oldukça tenha sayılabilir. 4 yıl evvelki gelişimize göre pek değişen bir şey yok. Bildik tanıdık manzaralar, ilaveten birkaç üst sınıf kuyumcu dükkânı açılmış. Marina’daSeyyaleMare isimli (Didim’de bağlı) başka bir Türk teknesiyle karşılaştık. Onlar doğrudan buraya gelmişler ve bizimle kısmen aynı rotada geri dönecekler. Akşam yemeğini göl kenarında yedik. Buradaki restoranlar fazlasıyla turistik. Bir musakka yiyeyim dedim ama beşamel sosunu pek beğenmedim.   Ertesi günü aylaklıkla geçti, bir ara botu indirip yakın dalgakıran dışında yüzmeye gittik. Ardından polis işlemleri ve yemek alışverişimizi tamamladık. Akşam yemeğimiz bu kez teknede! 16 Ağustos Pazar günü marina bedelini ödedikten sonra (su ve elektrik dahil, 3 gün = 65 Euro) yakıt rica ettik. Polisten çıkış işlemlerimizi yapıp mini tankerin girebildiği dış iskelede beklemeye başladık. Ben yedek çantadaki 20 litre mazotu depoya boca ettim, üzerinde ilaveten 100 litre daha doldurunca depo tam doldu. Burada 100 litreye 120 Euro ödedik. Bu da Ios Adası’ndan biraz daha ucuza gelmiş oldu. 12:00 gibi Agios Nikolaos’tan ayrılarak yola koyulduk. 3 saatlik seyrin ardından Sitia kentinin bulunduğu koya geldik. Yolda sırtı çeksek de işler kesat. Biraz yüzdükten sonra ertesi günkü yolumuzu 11 mil kısaltmak için Girit’in Doğu ucuna kadar çıkıp, orada alargada kalmaya karar verdik ve yola devam ettik. Girit’in doğudaki son koyuna vardığımızda akşamüzeri olmuştu. Orada koyun ağzında önce bir mendirekle, hemen ardında bir beton rıhtımla, daha gerisinde de kamufle renklerde boyanmış 2-3 katlı bir bina ile karşılaştık. Askeri bölgedeydik :) Belki bir gece idare ederiz diyerek dış mendireğin iç tarafına demir atıp, yüzerek yakın kıyıdan bir koltuk aldık. Aradan 1 saat kadar geçmişti ki, bağlı olduğumuz kıyının yüksek tepesinde 2 kişi belirdi ve buranın Yunan Donanması’na ait olduğunu ve derhal ayrılmamız gerektiğini haykırdılar. Tamam deyip koltuk halatını çözdük, demiri topladık ve oradan ayrıldık.
 Havanın kararmaya yüz tutması nedeniyle, belirsiz koylarda kalmaktansa yeniden Sitia önüne dönmeye karar verdik ve böylece 22 mil boşuna yol katetmiş olduk. Sitia önünde mendireğin hemen dışında 3 metre derinliğe demir döşeyerek alargada uyuduk. Gece kuzeybatılı rüzgârın koya getirdiği solugan biraz rahatsız uyumamıza neden oldu. Ama durum liman içinde de farklı değilmiş. Bu soluganlar bir yerlerde havanın esmekte olduğunu gösteriyor.
 17 Ağustos Pazartesi günü Girit’e veda edip Karpathos’a tırmanacağız. Yol biraz uzun, tıpkı Girit’e gelmek gibi ayrılmak da uzun bir seyirle münkün. Önce dün geri döndüğümüz rotada Girit’in doğu ucuna ulaşıyoruz. Sideros Burnu’nda Girit’i belirleyen bir fener var. Hemen fenerin önündeki sahanlıkta özellik gece tehlikeli kısmen su üstü sığlıklar var (Sideros reefs). Doğuya doğru dümen tutarken kuzey batıdan esen rüzgârla keyifli bir geniş apaz seyriyle ortalama hızımız 8 knot civarında. Bizi kolayca akşamüzeri olmadan Kasos Adası’na ulaştırıyor. Madem yolumuzun üzerinde ve vaktimiz müsait, geceyi burada geçirelim diyoruz. 
   Kasos karşısındaki kayalıklar
  
 Bu adaya dair gözlemlerimi başka bir sayfada kaleme almıştım. (https://sylolita.blogspot.com.tr/2015/08/kasos-bir-uzak-ada-oykusu.html)  
  
  
Kasos
 Ertesi gün hava biraz sert olsa da bizim gideceğimiz rotaya uygun. Bizimle beraber adaya gelen İtalyan yatı, Girit’e gitmeyi göze alamayıp, Kasos’ta kalmaya karar veriyor. Bizse önce biraz kuzeydoğu, ardından güneydoğu ve nihayet kuzeyli bir rotada apaz seyriyle Karpathos yakınına geldik. Pigadia limanının altında yer alan buruna geldiğimizde balık bulucuda epeyce bir hareketlenme görünce jigle avlanmayı deneyelim dedim. 200 gram kırmızı jig bağlı oltayı ilk attığımda kamış büküldü ve kuvvetli bir balık misinayı boşaltmaya başladı. Gerçekten inanılmaz güçlü bir balık olduğu her halinden belli. Bizi 35 metrelerden, 120 metrelere, sonra tekrar 80 metrelere kadar gezdirdi. Her defasında boşunu almama rağmen tekrar misinayı güçlü bir şekilde boşaltıyordu. Sürekli bizden uzakta bir yerlere kaçmaya gayret ediyordu. Oldukça uzun bir süre bu balıkla da mücadele ettim. Ama balık yine galip çıktı. Oltanın ucu biraz titreyince ben de balık kuyruğu titretiyor sanmıştım, meğer uzun süredir dayanan Albright düğümü çözülmekteymiş. Yine bir hayal kırıklığı ile limanın yolunu tuttuk. Aslında insan bu oltanın ucundan bu güçteki yaratığı nasıl tekneye alacağız diye de düşünmeden edemiyor.
  Dostum Levent’le konuştum, 10-15 kilo bir akyanın bu anlattıklarımı kolayca yapabileceğini söyledi.  
  Lolita @ Karpathos (Pigadia)

  Pigadia limanının dışında denize girip biraz stres boşalttık ve ardından kıçtankara limana bağlandık. Yanımızda Girit’te tanıştığımız SeyyaleMare teknesi ekibi. Onlar bizden bir gün sonra ayrılıp Sitia üzerinden direk bu adaya gelmişler. Limanda bize Yorgo yardımcı oldu. Kendisi emekli olduktan sonra belediyenin verdiği bu işi yapmaya başlamış. Hem güleryüzlü, hem de iyi İngilizce konuşuyor. Elektriğimizi, suyumuzu bağladı. Ardından polise gidip işlemlerimizi tamamladık, Yorgo makbuzu düzenledi ve 8,50 Euro ödeyip buradaki formaliteleri bitirdik. Ardından şehri dolaşmaya çıktık. Pigadia limanda gezi tekneleri, sahilde tavernaları, arka sokaklarda turistik eşya dükkânları ile canlı bir liman kasabası. Biraz yemek alışverişinden sonra tekneye döndük, limanda kendimize happy hour yapıp Yorgo ile sohbet ettik, yanında 2 torunuyla beraber rıhtımda geziniyordu.
 Yorgo’dan mountain winds/high west winds tabirlerini öğrendik. Yorgo bizi dağdan inen sert rüzgârlar konusunda uyardı ve Rodos’a açıktan gidin tavsiyesinde bulundu. Sonra Kasos’ta, burada Karpathos’ta ve daha önce bazı başka adalarda rastladığımız dağın yüksek tepelerine konuşlanan ve oradan bir yere ayrılmayan bulutlara sözü getirdi. Bu bulutlar adalılar için bir tür hava tahmin işlevini yerine getirirmiş. Sert rüzgârlarda tepelerin üzerinde hiç bulut olmaz, ama bu adanın rüzgârüstü sahilinde denizin çok sert olduğuna işaret edermiş. İşte bu gözlem adanın rüzgâraltında bulunan, ama rüzgârüstünü görmeyen denizcilere, balıkçılara deniz ve hava hakkında fikir verirmiş. Son senelerde buralarda rüzgârlar zayıflamış. Oysa Rod Heikell bile kitabında bu bölge için windy corner of Aegean demiş :) Biz de şükür ki azgın rüzgârlara rastlamadık.
 Yorgo’nun sohbeti çok keyifli – ona bakılırsa kaçırdığımız deli balık ton balığı, buralarda çoktur diyor. Akşam bize tavsiye ettiği Anna isimli tavernaya gittik. Yemekler lezzetli olsa da hepsi bir arada servis edilince masa biraz çorbaya döndü. Neyse ki içkiler bittiğinde Yorgo masaya oturdu, devreye girdi ve restoran şefi de masayı yeni şişelerle donattı. Sonra uzunca bir sohbet daha, tabii ki Yunan ekonomisi, politikası, kardeşlik ne var ne yoksa konuşuyoruz. Geceyarısına kadar uzayan muhabbetin sonunda iyice zom olmadan Yorgo’nun telefonunu aldık, iyi geceler dileyip tekneye döndük. Ertesi günü Rodos’a geçeceğiz. Tijen havuzlukta, ben kabinde hemen uyuyakalmışız. Sabah uyandığımızda birkaç peçeteye sarılıp havuzluğa dikkatlice atılmış bir naylon torba içinde Tijen’in yakın gözlüğünü bulduk. Yorgo; arkamızdan bizi dikkatlice toparlamış… 
 Yorgo
  19 Ağustos Çarşamba sabahı SeyyaleMare ile birlikte Karpathos’tan halat çözüp ayrıldık.SeyyaleMare rota gereği sahilden yükselirken biz Rodos güneyine dümen tutup açığa çıktık. Ancak esmeyen rüzgârlar bile dağdan aşağı duvar gibi indiğinden bir süre sonra SeyyaleMare de açığa çıkmak zorunda kaldı. 5 mil kadar açıkta rüzgâr iyice azaldı ve kuzeybatı’dan gelen bu cılız rüzgârla hızla geniş apaz Rodos’un güneyine tırmandık. Rodos’un doğu sahili boyunca yer yer oteller göze çarpıyor, belli ki ada turizmden çok ekmek yiyor. Öğleden sonra bir yüzme molası veriyoruz. Burada şnorkelle yüzerken deniz tabanında derin çatlaklar ve oyuklar görünce demiri takma yönünden tedirgin oldum. Ardından Lindos Koyu’na giriyoruz. Yukarıda bir kale, koya bakan az sayıda itinayla korunan küçük otel ve pansiyonlar ve şemsiyeleri, şezlonglarıyla üst klas bir plaj. Bu tabloda biz de Lolita’yla yerimizi alıyoruz ve yemeğimizi teknede yedikten sonra geceyi bu koyda alargada geçiriyoruz. Demiri kontrol için daldığımda iki kayanın arasında olduğunu gözlemliyorum. Buraya gelirken gözlemlediğim deniz tabanı yüzünden, demirin ucuna yedek bir halat ve minik şamandıra bağladım. Ertesi sabah demiri toplarken iki kayasına giren zinciri ve ardından demiri kurtarmamızda bu halatın bir nebze faydası oldu. 
 Lindos
  Sabah Rodos’un doğu sahili boyunca kuzeye yükselerek, kuzeydoğu rotasında Dalaman’ın batısında bulunan Dişibilmez Burnu’na geçtik. Burunda dip çok ilginç görünüyor. Balık bulucuda hareketlenme görünce burada bir iki deneme yaptık. İki atışta hem benim oltama, hem de Tijen’in oltasına balık bastı ama her ikisinde de Albright düğümü çözüldü. Bu işte bir yanlışlık var. Burada da 2 jig kaybettik. Oturup düğümlerimizi yeniledik ve oltaları tekrar hazırladık. Sahilden Kurdoğlu Burnu’nu döndükten sonra Dış Göbün’deki burunda yeniden bir deneme zamanı. Burada da esaslı bir balık jige atladı ve tam 1 saat 10 dakika uzun bir mücadele verdik. 30 metrelerden bizi 100 metrelere kadar götürüyor, biz daha sonra üzerine gidip misinayı topluyoruz ve al ver şeklinde geçen büyük bir mücadele daha. Bu defa düğüm sağlam, misina sağlam ama üzerine giderken son hamle de iğneyi ağzından atıyor ve bu mücadele de sonuç vermiyor. Sanırım tüm seyir boyunca bizim şansımıza gelen balıklar oldukça güçlü veya büyük. :)  
 Makineye yol verip, darboğazdan Göcek’e giriyoruz ve doğruca Göbün’e bağlanıyoruz. Göbün’deki yat mola tesisi şükür ki hâlâ Kapıkargın köylülerinin elinde. Bu koylar durmadan ihaleye çıkarılıyor ve birilerine peşkeş çekilmeye çalışılıyor. Daha fazla direnmek şart, yoksa koylar özelleştirilecek ve sonrasında buralara yanaşmak hayal olacak. Göbün’de güzel bir yemeğin ardından her havaya kapalı koyda uykuya dalıyoruz. Ertesi sabah Göbün’den ayrılıp, Göcek’e giderek, su ve yakıt ikmali yaptık. Yaklaşık 73 litre mazotla depoyu doldurduk. Yiyecek alışverişi de yaptıktan sonra Göcek’ten ayrıldık. Göcek’in dış koylarında ve burunlarında gün boyu balık bakıp, yüzdük ama dışarıdaki rüzgâr Peksimet’e gitmemize izin vermedi. Akşamüzeri Domuz Adası’nın kuzeyindeki bir koyda demirleyip kıyıdan halat aldık ve geceyi burada geçirdik. Akşam ortadan kaybolsalar da sabah tekneye musallat olan arılar nedeniyle, 22 Ağustos Cumartesi günü Kaş’a gitmeye karar verdik. Sahilden Ölüdeniz, Karacaören Bükü, Kötü Burnu ve Kalkan sahilinden arkadan esen kuzey batılı rüzgârla Kaş’a geldik ve Lolita’yı yeni yerinde marinaya bağladık. Pazar ve Pazartesi günleri uzun seyahatle yorgun düşen tekneyi toparladıktan ve temiz pak hale getirdikten sonra veda edip İstanbul’a geri döndük.  
  Seyahat boyunca özellikle Greek Waters Pilot (Rod Heikell) ihtiyaç duyduğumuz yerlerde rehberimiz oldu. 20 günlük seyahat esnasında her şey dahil aşağı yukarı 1,500 Euro harcadık. Pek çok anı biriktirdik, yeni dostlar edindik, büyük balıklarla pek çok heyecan yaşadık ve Lolitabizi bir kez daha uzun bir seferde neşe içinde - daha önemlisi sağ salim hedeflediğimiz limanlara ulaştırdı. Artık 2 sene boyunca yeni limanımız Kaş Marina olacak. Oranın pırıl pırıl suları Lolita’ya ev sahipliği yapacak. Komşularımız ördekler, kocaman liman içi balıkları ve yakın civarda gezinen deniz kaplumbağaları olacak. Yakın seyirlerimiz bizi zaman zaman Meis Adası’na, Kekova’ya, Gökkaya’ya, zaman zaman Göcek’e götürecek.  
 Geçenlerde sosyal medyada okuyup beğendiğim bir cümleyi biraz değiştirerek bu seyir notlarını bitiriyorum. Geçmiş seyirlerimiz gibi bu seyir de gösterdi ki, emniyetli bir seyir için teknede en az 2 ne yaptığını bilen denizci olmalı, diğer taraftan keyifli bir deniz seyri için de teknede en fazla 2 kafa dengi dost olmalı…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İlk teknemizin önce alınma ve sonra veda öyküsü

Önsöz / Intro