2013 : Cyclades Express



Orta Ege’de sert rüzgârlar eşliğinde 22 günde 11 ada turu
Midilli – Psara – Evia – Tinos – İos  – Amorgos – Naxos – İkaria – Sakız – Midilli – Limni
Tüm hazırlıklarımız tamamlandı, Lolita’nın zehirlisi yenilendi – altı temiz, depoları dolu, 11 Temmuz sabahı gün doğarken Fenerbahçe’den halat çözdük. Motor 2300 devirde, cenova açık, 6,5 – 7 mil hızla Marmara’yı geçip 15 saat sonra hava karardığında 105 mil mesafedeki Gelibolu’ya demirledik.  Demiryeri lunapark önü, sivrisinek bol ve sürekli trafiğin yarattığı soluganla rahatsız edici L 3 tekne birbirine yakın demirlediğinden ve gece az da olsa rüzgâr devam edince havuzlukta bir tilki uykusuyla sabahı ettik. Erkenden esintisiz bir güne uyanarak Çanakkale Boğazı’nı geçmeye başladık. Gelibolu ve Boğaz’ın kuzeyinde su üzerindeki yosun kümelerinden oldum olası korkarım. Bunlar bir keresinde su filtresi girişini tıkayıp, hararetin yükselmesine neden olmuşlardı.  Neyse bu defa böyle bir sorun yok.  Hızla Boğaz geçişini bitirip Ege’nin mavi sularıyla buluştuğumuzda gün ortasına yaklaşmıştık.
Çanakkale ve Bozcaada’ya uğramadan Babakale’ye dümen tutuyoruz.  Bozcaada sancak bordadayken aniden motorun devri düşüyor, sonra tekrar topluyor. Bir tekleme var ya hadi hayırlısı. Sanki yakıtta bir pislik var, ha attı, ha atacak derken Babakale’yi bordalıyoruz. Değişen pek bir şey yok, hatta 2 kez motor tamamen susuyor, sonra tekrar çalışıyor. Yakıtta, emişte bir problem var ama nerede?  Babakale’nin güneyinde deniz nispeten sakinleyince Selahattin Usta’dan telefonla yardım istiyorum. Bana mazot filtresini adres gösteriyor. Ben de Midilli’nin kuzeybatısındaki bir koyda demirleyip, filtreyi söküyorum. Bir de ne göreyim, filtrenin mikron düzeyindeki metal yüzeyi sanki çamurla sıvanmış, mazot geçmekte zorlanıyor. Filtreyi temizlemektense (yeniden aynı şey başıma gelebilir diye) Selahattin Usta’nın da önerisiyle hiç takmıyorum. Zaten bir 2. bir filtre daha mevcut.  Her şey toparlanıyor, yola devam. Son sürat Midilli’ye inip, limana bağlanıyoruz.  2 günde 220 mil yol. Tekne transferi gibi – ama izinden az gün yensin diye gerekli bir hareket.  Resmi giriş işlemlerimiz (ayakbastı + transit log:  45 Euro) bitip, elektrik ve suyu da 5 Euro’luk kontörle bağlayınca, doğru yemeğe gidiyoruz. Ilık servis edilen soğan dilimlenmiş ve zeytinyağı bol fava müthiş lezzetli. Peynirle doldurulmuş kabak çiçeği tavası aynı şekilde.  Uzun yolun yorgunluğuyla erkenden uykuya dalıyoruz.
Ertesi sabah erkenden ekmek, karides vs. alışveriş yaptıktan sonra (füme edilmiş sarımsak muazzam bir şey) kısa bir kahvaltı edip – Vodafone dükkânının açılmasını bekliyoruz.  Saat 9:00’ da açtıklarında hemen bir telefon ve internet paketi alarak ve kendilerine gerekli ayarları yaptırarak işlerimizi hallediyoruz. Daha önceden buradan aldığımız basit telefon internet haberleşmesine uygun olmadığından, ucuz bir akıllı telefon bulunca yurtdışı haberleşmeyi kendisine ihale ettik. Bu kararın ne kadar isabetli olduğu meğer daha sonraki günlerde anlaşılacakmış.  Ayrılmadan önce liman ücretini polise ödeyip (24 saat bile kalmamamıza rağmen 2 gece = 10 Euro - çünkü hesap her gün gece 00:00 da yeniden başlıyor.) Kanal 12’den ayrılma bilgisini paylaştık. Öğleden sonra rotamız Plomarion – kimsenin yardımı olmadan usta işi bağlandık. Burada liman ücreti 1 gece hesaplanınca 5 Euro ödedik. Bu bedele elektrik ve su dahil.  Karşı sahile geçiş öncesi burada yakıtımızı da doldurmaya karar verdik.  151 litre / 217 Euro nakit ödeme karşılığı depoyu doldurduk.  240 mil için fazla bir yakıt harcamışız gibi dursa da Istanbul’dan dolu depo ayrılmamıştık. 110 litre normal bir harcama olurdu -  Aslında yakıtı Midilli Setur’da dolduralım istemiştik ama orada da istasyon yok ve yakıtı dışarıdan çağırıyorlar. Esas komik olan şey yakıt alabilmek için en az 1 gün bağlanma zorluğu bilgisini telsizden (Kanal 71) almamız oldu.  Plomarion geçen seneye göre daha hareketli. İnsanlar krizin etkilerine alışmış görünüyor.
  
Andros kanalına doğru
Bütün gece o kadar korunaklı barınakta nereden geldiği belli olmayan bir soluganla çalkalana çalkalana uyuduk. Sabah erkenden suyumuzu doldurduktan sonra 07:15’te limandan ayrıldık. Hedefimizde 45 mil güneybatıdaki Psara Adası var. Yolda kuzeybatıdan esen rüzgâr bize eşlik ediyor.  Zaman zaman yalpaya düşerek öğleden sonra Psara adasına geliyoruz. Psara’nın  doğu sahilinden güneyine dönünce dalgada bitiyor ama son 10 mil biraz sallantılı geçiyor. Buraya kadar katedilen toplam mesafe 285 mil. Limanda 2 tekne bordalamış, 1 teknelik daha yer var, ancak orada balık tutanlar var. Koy ağzında ise 2 büyük yelkenli (biri katamaran) demirde. Biz de önce insanları rahatsız etmeyelim diye dışarıda 3 metreye demir atıyoruz. Rüzgâr 20 knot civarı esiyor. Biraz demirde durup, yüzdükten sonra, limandaki boşluğa diğerlerinden önce bağlanmaya karar veriyoruz.  Neyse karadan kopup gelen 2 kişi halata yardım edince iskeleden rıhtıma bordalıyoruz.  Kafadan esen rüzgârda tekne kolayca duruyor ve rüzgâr bütün gece esmeye devam ediyor. 
Teknede otururken spor kıyafetli bir adam nereden geldiğimizi soruyor. Biz de ‘’Midilli’’ deyince ‘’ben burada polisim şimdi koşuyorum, ofisim kapalı sonra gelirsiniz’’ demez mi? Biz de ’’sonra yemeğe gideceğiz’’ deyince, ‘’evrakları yanınıza alın sizden ben gelir alırım’’ diyor. Hizmette sınır yok yani – şaşırtıcı bir örnek.  Gerçekten de  2 saat sonra restoranda yanımıza gelip evraklarımızı aldı, kaşe, damga vs. sonrasında da getirip teslim etti. Adada problem olmayınca polis de spor yapmaya vakit ayırıyor. Üstelik parada istemediler bu limanda. Bu arada 3 metre derinlik var - elektrik ve su yok. Bu bilgi de kayda geçsin.  Adada toplam 500 kişi yaşıyor ama Sakız’a her gün feribot gidip geliyor.
Ertesi sabah erkenden Psara’dan ayrılıyoruz, hedefimizde Andros var.  Sabahtan sakin ama öğleden sonra epey kuvvetli kuzeyli rüzgârla güneybatı yönünde seyirdeyiz. Günlerdir peşimizden gelen rapalaya hiç itibar eden olmadı. Andros ve Evia arasındaki kanalı geçerken deniz epey azıyor ve bize sörf yaptırmaya başlıyor.  Ani bir kararla hiç gitmediğimiz Evia’nın güney sahilinde bir limana gitmeye karar veriyoruz. Batsi yerine Karistos.  Karistos ana karaya köprüyle bağlı dev Evia Adasının en güneyindeki liman. Karistos’un güney sahili parsellenmiş çıplak tepelerle dolu. Tıpkı bizde olduğu gibi tarlaları ve boş yamaçları yollarla bölerek arsa satmaya çalışıyorlar anlaşılan. Akşamları trafiğe kapatılan bir rıhtım caddesinin kara tarafına dizili kafeler ve restoranlar oldukça hareketleniyor. Daha çok tencere yemekleri yapan restoranlarda limonlu sığır kapama ve bamya çokça rastlanan yemekler. Elektrik ve su var. Ege’nin karşı sahiline ulaştık. Buradan Atina çok yakın. Fenerbahçe’den bu yana 5 günde 350 mil yol geldik.  Ertesi sabah polise uğradık, belgeleri damgalattık ve bir gecelik liman parasını ödedik. Ne belge varsa fotokopisini çekiyorlar.
  
Karistos'ta kıçtankara
Bugün Andros Adasını pas geçerek 10 yıldan beri uğramadığımız Tinos’a 2. kez bağlanmaya karar verdik.  Boğazdaki yandan dalga üreten sert kuzeyli rüzgârı Andros sahilinde bitirdik. Andros ve Tinos arasındaki dar kanalı da geçtikten sonra bu adalar dizisinin batı sahilinden 50 mil mesafedeki  Tinos’a ulaştık.  Tinos’ta liman tenha sayılır, baştan demir, kıçtankara bağlandıktan sonra baştan bir de açmaz alıp, yandan esen rüzgârın demir üzerindeki yükünü hafiflettik. Burada suyu bir waterman açıyor, günde 2 kez sabah  ve akşam isteyene hortumu uzatıyor, bedeli 2-3 Euro arası kullanıma göre.  Elektrik ise bedele dahil. Liman içindeki marketten bütün eksiklerimizi tamamladık. Esen sert rüzgârlar yüzünden burada 4 gece mahsur kalıyoruz.  Ama yapacak epey şey var J İkinci gün araba kiralayarak adanın doğu ve güney sahiline gidiyoruz. Gidilen koylar genelde çok dalgalı, bu da bizi mahsur bırakan rüzgârın bir kanıtı. Enteresan gözlemlerimiz arasında Tinos’ta özel yapılmış yüzlerce güvercinlik bulunması, Türk sahilinden bu kadar uzakta aniden arabanın radyosunun bir Türk radyo istasyonunu net biçimde alması ve kilometrelerce insan eliyle dizilmiş kaya setleri var.  Böylece tepelerde binlerce taraça yapılmış. Bu kadar fazla sayıda ve hatta bazen olmayacak yerlerde insan yapımı taştan set, bunlar insan eliyle yapılmış olamaz diye düşündürüyor.  Zaten bütün adada 9,000 nüfus var.  
   
 Tinos - Gece rüzgarı

Bir sonraki gün sabah feribotla adanın güneyinde yer alan Mykonos’a geçiyoruz. 2 kişi gidiş/dönüş 37 Euro. Mykonos’ta marina tamamlanmış. Elektrik bağlantısı yok, su da bazı yerlerde var gibi, ama eski haline göre çok değişmiş. Pek çok rıhtımda tonoz var. Özellikle rüzgâraltı rıhtımlar daha da güvenli. Marina’dan eski limana belediye otobüsü var. Bu sıcaklarda yürümek pek akıl kârı değil. Mykonos, biraz da limana gelen dev yolcu gemisi yüzünden çok hareketli. Daracık sokaklar insan kaynıyor. Dükkânlar dolup boşalıyor. Ara meydanlarda kafeler ve restoranlar baştan çıkarıcı. Akşam üzerine kadar burada vakit geçirip dönüşte eski limandan binilen bir deniz otobüsüyle Tinos’a geri dönüyoruz.
19 Temmuz oldu ve biz hâlâ Tinos’tayız. Bugün de alışverişin ardından belediye otobüsü ile adanın kuzeyindeki Panormos köyüne gidiyoruz. Doğuya bakan derin bir koyda zamanın adeta durduğu bir balıkçı köyü. Sıra sıra dizili 4-5 taverna, önlerinde masmavi suda nazlı nazlı salınan temiz pak boyalı balıkçı sandalları ve çardak altlarında miskin miskin oturan 5-10 kişi. Kısa bir tur attıktan sonra biz de serin bir çardak altı restorana oturuyoruz. Restoranın sahibi bir Yunanlı ile evli hamarat İsveçli bir kadın. İsveç’te çalışıp yazın izin zamanı buraya gelip kalıyormuş. Kışın zaten kapatıp gidiyorlarmış. Kışın köyde toplam 10 çiftin kaldığını anlattı. Gerçek bir inziva hali. Havası – suyu o kadar temiz ki anlatılacak gibi değil. Bize de kendi yaptığı bir sosla harika bir patates kızartması ikram etti. Adada mermer yatakları olduğunu ve krizden önce mermer işiyle uğraştıklarını ama krizden sonra işlerin tamamen bittiğini anlattı. Her şeye rağmen adaların hiçbirinde ve hiçbir evde SATILIK pankartı görmek mümkün değil. Özetle insanlar daha mütevazı yaşayarak harcamalarını en alt seviyeye çekmişler ve hiçbir mülklerini satmaya niyetli değiller.
20 Temmuz sabahı artık adadan ayrılmaya karar verdik. Sonuçta rüzgâr ve dalga arkadan esecek şekilde Paros’a gidecektik ve topu topu 25 mil mesafede idi.  Tinos’tan ayrıldıktan sonra 25 -30 knot esen rüzgâr adayı 10 mil gerimizde bıraktıktan sonra 10 knot’a düşmez mi? Sanki bu kadar günü boşa geçirdik. Her neyse kısmet böyleymiş dedik.  Hava düşünce hedefi kaç sefer niyetlenip hiç gidemediğimiz Ios’a çevirdik. Kaybı telafi etmek için biraz hız kazanmalıydık. Bu kez Paros ve Andiparos arasından geçmeye karar verdik. Bu dar kanal tam bir rüzgâr / kite sörfü cenneti. Tıpkı Alaçatı gibi sığlık bir kanal. Rüzgârı yandan alan sörf tutkunları 2 ada arasındaki kanalda hız rekorları kırıyor olmalılar. Tabii derinlik belirli yerlerde 2 metre ve altına düştüğünden gayet dikkatli bir seyir gerektiriyor. Değiştirmek zorunda kaldığımız yeni haritya okuyucu (chartplotter) böylesi geniş bir sığlık alanda muhteşem bir yardımcı. Kanalı geride bıraktıktan sonra İos’ta göründü. Hızla güneye doğru akmaya başladık. Maalesef hâlâ balık yok.  Akşamüzeri Ios Adasına vararak limana bağlandık. Burada belirli bir rıhtımda tonoz mevcut. Bizde tonozu kaptık tabii. Geç vardığımızdan burada 2 gece kalmaya karar verdik. Ios, gençlerin tercih ettiği bir ada. Feribot gelince binlerce insan iniyor sonra bir yerlere dağılıyorlar.  Liman kasabası çok tercih edilmiyor. Bizden sonra gelenler yer bulma konusunda epey sıkıntı yaşadılar. Su ve elektrik için satılan kartlar (5-10 euro) meydandaki acenteden alınıyor. Kartlar depozitolu ayrılırken depozitoyu da geri ödüyorlar. Acente her şeye hakim feribot bileti, laundry, rent a car her şey onlardan soruluyor. Biz de 25 euro karşılığında bütün kirlilerimizi temizlettik. Ertesi günü yakıt doldurduk ve 123 euro karşılığında 82 litre mazot aldık. Buradaki poliste Midilli’de olduğu gibi 2 geceyi 3 gün olarak hesapladı.
      IOS rıhtımı













22 Temmuz sabahı Ios’tan ayrıldık.  450 mili geride bırakmıştık. Rotamız Amorgos. İos’un hemen kuzeybatısındaki ufak adaların (Iraklea – Skinouza – Koufonisi) güneylerinde yüzerek, balık bakarak oyalana oyalana öğleyi bulduk. Öğleden sonra rüzgâr adaların arasında civarna da yaparak iyice azdı. Bir ara 41 knot gördüm ama genelde hep 30 ve üzeriydi. Amorgos’un kuzeyinde yer alan Keros Adasının güney sahilinde demirleyip havayı bekleyecek bir koy bulamayınca Amorgos geçişine mecbur kaldık. Adanın kuytusundan çıkınca sert rüzgârın savurduğu su zerreleri arkamızdan bizi sollar oldu. Dalgalar büyüdükçe büyüdü ve biz arkadan gelen her dalgayla sörf yapar hale geldik. Tekneyi düz tutmak epey zor, sürekli kontra vererek güneye yol alıyoruz. Son derece zahmetli 6 millik geçişle ancak Amorgos’un batı ucunu tutabildik.
Fakat Amorgos’un limanı adanın kuzey sahilinin ortalarında olduğundan ve güneyinde de uygun bir liman olmadığından 5 mil kadar daha bu sefer aynı dalga ve rüzgârı yandan alarak geçmek zorundayız. Rüzgârın düşmeye niyeti yok. Önce adanın batı ucundaki minik kayalıkla ada arasındaki sığlıktan geçip kayalığın arkasında makine çalışır halde bir süre nefesleniyoruz.  Sonra tek tek her dalgayı kollayarak dalga sırtına çıkıp, inerek doğuya doğru seyre başlıyoruz. Neredeyse 2-3 saattir 40 civarı esen havada otopilota bağlayamadığımız teknenin dümeni ve dalgayı tek tek izleme konsantrasyonu yoruyor. 2 mil gittikten sonra bir kapalı koya daha girip tekrar nefesleniyoruz. 4 metre suya demirleyip 30 metre zincir döşediğimiz halde kuvvetli rüzgârda demir tarama endişemiz had safhada. Neyse yarım saat sonra kalan 3 mili de geçip Amorgos’un Katapola Limanına bağlanmak üzere buradan ayrılıyoruz. 
Yeniden dalga sırtına binmeler ve dalgayı arkamıza alabileceğimiz noktaya kadar yükselelim derken bir anda bir dalga çukuruna düşüyoruz ve yan dalga teknenin iskele havuzluk bordasında patlıyor. Havuzluğun içi birden komple suyla doluyor ve aynı hızla arkadan boşalıyor. Tentenin üzerine binen su ise birkaç saniye ne taraftan düşeceğini bilemez halde üzerimizde kalıyor. Tekne ileri doğru hareket halinde olduğundan havuzluktan teknenin içine hiç su giremiyor. Havuzlukta Tijen’de ben de sırılsıklam şoke olmuş halde birbirimize bakıyoruz. Tekne silkelenip bir anda doğrulduğunda yeniden konsantre halde birkaç dalga daha geçip 90 derece bir dönüşle dalgayı pupadan almaya başlıyoruz. Biraz da şaşkın vaziyette limana giriyoruz. Limanda rüzgârı da hesaplayarak uygun bir yere 50 metre  zincir bırakarak kıçtan kara bağlanıyoruz. Limandakiler dışarıdaki havayı soruyorlar. Zira koy derin ve kimse dışarıda olup biteni göremiyor. 
      
  Amorgos sahili ve limanı
Biraz kendimize geldiğimizde Tijen’in telefonunun ıslanma esnasında cebinde olduğunu ve artık ruhunu teslim ettiğini fark ediyoruz. Benim telefonumda da daha önce bir kez olan kapanma haline müdahale ilk anda sonuç verse de bu sefer durum değişmiyor ve iPhone bu sefer sizlere ömür. Bu eşimin dalga travmasına çift kat etki ediyor ve sinirleri haliyle dibe vuruyor.  Neyse ki başta anlattığım Vodafone telefonu var ve o faaliyette.. Allah’tan onu almışız dememin sebebi buydu. Ancak yine de numaraların gitmiş olması berbat bir durum. Amorgos’ta 2 gece geçirerek, fırtınanın dinmesini bekleyeceğiz.   Ayrıca biraz rejenerasyona ihtiyaç var. Zaten ertesi gün de kimse çıkmıyor.  Limanda elektrik var suyu da açıp kapatan bir görevli sabah akşam uğruyor. İstanbul’dan ayrılalı 490 mil oldu.
3.gün diğer tekneler ayrılırken biz de ayrılmaya ve kuzeye tırmanmaya karar veriyoruz.  Polise 13 Euro ödedik, elektrik ve su içinde 2 gün 10 euro. Hedefimizde Leros/Lipsi olsa da mesafe uzun, koyun dışına çıkıp rüzgârın hafiflemesine karşın, dalganın hâlâ devam ettiğini gözlemleyince rotayı daha yakındaki Naxos’a çeviriyoruz.  Yine Keros Adasının altından ve yanındaki adanın arasından Naxos’un güney sahiline yükseliyoruz. Bu geçişler nispeten sakin. Ancak Naxos’un güneybatı ucunu dönünce karşıdan gelen kuzeybatı rüzgârı ile karşılaşıyoruz. Tam kafadan estiğinden kaçacak bir yer yok. Bu da hızımızı düşürüp, konforumuzu azaltıyor.  25-30 knot hızla esen rüzgâra rağmen akşamüzeri Naxos limanına giriyoruz. 
  Naxos'ta gün batımı
Burada içeride rüzgârüstünde bir yer bulsakta kıyıdakiler  tonozun yetersiz ve zayıf olduğunu liman içinde tonoza rağmen demir atmamızı söylüyorlar. Rüzgâr kafadan estiğinden dar aralıkta yerinde bir manevra ile biraz da dua ederek demiri indiriyorum. Sonra tornistanla içeri girip kıçtan bağlanıyoruz. Burada liman parasını toplayan Nicholas isimli bir görevli var. Kostas öleli seneler geçti.  Naxos şehri çok hareketli ve kalabalık. Akşam dostumuz Nuray’ın restoranına gidip eliyle pişirdiği midyeleri ve ahtapotu yiyoruz. Kızlar (biri eksik) ateş gibi çalışıyorlar. Eksik olansa evlenip Atina’ya göç etmiş bebeği olmuş.  Nuray’da krizden şikayet ediyor. Yeniden seneler sonra Avustralya’ya göç etmeyi düşünüyor. Akşam artık düşünecek hal kalmamış ki, alışverişi unutup tekneye dönüyoruz. Elektrik ve su mevcut. Rüzgâr bütün gece az da olsa esmeye devam ediyor. 530 mil geride kaldı.
25 Temmuz sabahı yine uzun sayılacak bir geçişimiz var. Hedefimizde Pitagorio var ama biz de hedefler yolda havaya ve bizim durumumuza bağlı olarak  değişebilir. 06:30 da 10knot esen rüzgârda sessizce demirimizi toplayıp, Naxos’a veda ediyoruz. Uzunca bir süre 15 knot esen rüzgârla Ikaria Adası’nın  batısına doğru tırmanıyoruz. Bu bölge ayrı bir dalga üretim tesisi sanki. Adanın batı ucu bir türlü geçilmek bilmiyor. 10 sene önceki tecrübelerden dolayı adaya yaklaşmaya niyetim yok. Buradaki civarnayı bir kere denemiştik. Kuru direk koca tekneyi sinek gibi yatırıyor.  Bu mantıkla hareket edince bir süre sonra rüzgâr azaldı.  Ancak ada dik ve sahile tepelerden inen sağnaklar açıkta bile dalgaya neden oluyor. Vakit öğleden sonra hayli ilerleyince zaten yarın kuzeye çıkacağız Pitagorio’ya kadar giderek yolu uzatmayalım, en iyisi Agios Krykos’ta kalalım (Ikaria’nın limanı) bir sonraki gün Fourni Kanalı’ndan yukarı çıkarız dedik. Bu karar ada sahiline girmek demek. Bu da dağlardan inen ve 40 knot esen rüzgârlara bir süre katlanmak demek. Adaya 3 milden başlayıp yanaşırken sahile 50 metre mesafe kalana kadar rüzgâr tepemize 45 dakika esti. Dalga ufak ama tekneyi rüzgârla beraber engelleyen cinsten. Ufak tokatlar bile teknenin her yanında hissediliyor.
Agios Krykos’ta liman değişmiş. Büyük bir dış mendirek ve ferry iskelesi yapılmış. İç liman eskisinin aynı. Burada kıçtankara olacağımız bir yer var. Ancak rüzgâr sahilden ve iskele baş omuzluktan basıyor. Zinciri döşeyelim derken pupada aniden sığlaşan taşlığa dümen palasını değdiriyoruz.  Böyle olmayacak – yeniden yol verip, demiri biraz sancakta aykırı şekilde bırakarak sahile yamuk bir halde tornistan yapıyorum. Bu açı demirin başı tutma etkisini azaltıyor. Neyse ki bir liman polisi koptu geldi ve rüzgarüstü kıç halatımızı aldı. Hem polis asılınca ben de demirin biraz başını toplayınca tekne biraz yamukta olsa hareketsiz hale geldi.  Ardından önce yan tekneden ve en son da karşı beton iskeleden alınan açmazlarla tekneyi sağlama aldık. Bize bu kadar yardım eden bir polis bulmasak ne olurdu düşünmek bile zor. Bağlandıktan sonra evrakları alıp polise giderek hem teşekkür ettik, hem de işlemlerimizi yaptırdık. Ada feribot iskelesinden sonra çok hareketlenmiş. 10 yıl öncesine hiç benzemiyor. Aynı akşamüzeri 2 ferry geldi. Burada kredi kartı da alan koca bir market bulunca eksiklerimizi tamamladık, onlarda getirip tekneye teslim ettiler. 590 mil dümen suyunda kaldı.
Rüzgâr akşamda dinmedi ve bütün gece aynı yönden 15 knot kadar esti. Bir iki kez uyanıp durumu kontrol ettim. Sabah 05:45 gibi uyanıp hazırlıkları yaptım. Çıkış planını 1 gece önceden yapmıştım ve aynen uyguladık.
Sırayla iskele baş omuzluk(4) ve sancak koltuk halatlarını(1) çözdük, ardından iskele koltuk halatı(2) sonuna kadar boşlayıp, uygun bir rüzgâr kesintisi anında iskele kemere açmaz halatıyla(3) eşzamanlı çözdük, tekne demirin üzerine hareketlenince hemen zinciri toplayıp, problemsiz limandan ayrıldık. 
Sabah rüzgârı adanın güney sahilinde bize eşlik ettiyse de Fourni Kanalı’ndan kuzeye yönelip adayı 5-6 mil güneyimizde bırakınca etkisini azalttı. Biz de önce Teke burnu yönünde ardından Alaçatı önünde Kara Abdullah burnu ve Sakız limanının önünden Laghada’ya tırmandık. Toplam seyir mesafemiz de 734 mili buldu. Laghada Türkiye sahiline bakan çok güzel bir koy ve sakin bir balıkçı kasabası. Burada kıçtankara bağlandık, ancak elektrik ve su yok. Polis sanırım yok. Sadece kafeler ve restoranlar var. 

Ertesi sabah ekmek aldıktan sonra bu limandan ayrıldık. Son derece sakin bir havada Midilli’nin güneyine geçtik.  Plomarion önünden kıyı seyri yaparak 2 kayalığın önünde balık bakarken, denizin üzerinde sıçrayan minik balıkların gördüğümüzde hemen ardından atlayan orkinos müthiş bir görüntüydü. Şansımıza bu fotoğrafı ikimiz de görebildik. Bizim yapay yeme ise bu kadar bol av varken haliyle iltifat etmedi. Midilli’ye devam edip akşam olmadan limana bağlandık. Seyir mesafemiz 660 mile çıktı. Akşam yemeğini aşağı inerken yediğimiz restoranda yedik.  Lezzet garanti J
Ertesi sabah polis işlemlerinin ardından, yakıt aldık. Günlerden Pazar olduğundan yakıtın gelmesi de biraz problemli oldu ama neyse. 100 litre / 140 Euro.  Pazar sabahları Midilli’de bando takımıyla bayrak töreni yapıyorlar. İnsan hazırlıksız olunca şaşırıyor. Bugün yolumuz kısa Molivos’a gideceğiz.
Sakin bir havada Midilli’nin doğusundan sonra da kuzeyinden Molivos’a geçtik. Molivos hep bildiğimiz gibi, bakkal olan yaşlı teyze aynen duruyor. Restoranlar sayıca artmış. Limanda su ve elektrik var. (ücretsiz) Kıçtankara bağlandık. 765 mil geride kaldı. Yaz günü giydikleri postal üzerine polisle samimi bir diyaloğumuz oldu.
29 Temmuz günü sabah Molivos’tan ayrıldık. Hava kuzeyden biraz sert esiyor diye Babakale’ye dümen tuttuk. Babakale’de yeni limanın orta yerine demirleyip bir kahvaltı molası verdik. Ardından bir süre daha kuzeye tırmandıktan sonra Gülpınar civarında rotayı 290 dereceye çevirip, 330 dereceden 20 knot esen rüzgârla 2.camadan + düşük devir motor 8 knot üzeri hızla Limnos Adası’nın güney ucuna tırmandık. Sonra güney sahilinden devam edip, batı tarafındaki limana bağlandık. Elektrik mevcut ama su bizim bağlandığımız yerde yoktu. Esas rıhtımda ise su ve elektrik terminalleri olmakla beraber orası doluydu.  Limnos basit bir kasaba, tam ortasında Mahmutpasa usulü iki taraflı dükkânların sıralandığı dar bir yaya sokağı var. Burası epey canlı. Sahildeki restoranlar ise güzel ve hesaplı yemekler sunuyorlar.  Burada liman polisine gidip çıkış işlemlerini yaptırdık. Ertesi sabah adanın kuzey sahilinde attığımız oltaya büyücek(33 cm) bir trakonya takıldı ama güç bela oltadan çıkarıp suya attık ve Gökçeada’nın güneyinden Çanakkale’ye dümen tuttuk. Marmara’da Şarköy konaklamasının ardından 1 Ağustos gecesi geç saatlerde Istanbul’a vardık. 1000 mil üzeri yol yaptık, görmediğimiz adaları gördük, bu seyirde daha önce yemediğimiz havalara yakalandık ve tatmadığımız lezzetleri tatma fırsatı yakaladık. Özetle mükemmel bir deneyim daha geride kaldı.
    
Giderek bağlanma manevralarında daha ustaca hareket ettiğimizi gözlemledim. Teknenin sert havalara dayanıklılığı bize güven verdi. Her seferinde yanaşırken halatlarımız bağlanmaya hazır, usturmaçalar bağlı ve neta bekleyen bir uzun halat kol boyu mesafedeydi. Her yanaşmadan sonra önceliğimiz çöpümüzü boşaltmak - suyumuzu doldurmak ve elektriğe bağlanmak oldu. Uzun seyir mesafesi ve kısıtlı süre sürekli motor çalışmasını elzem kıldıysa da sert havalarda motor+yelken başarılı seyirler yaptık.  Yunanlılarla ve polisleriyle kurduğumuz ilişkiler son derece keyif verdi ve bize her yerde dostça davrandılar. Her yerde birbirine yardım eden halat alıp, tekne bağlayan denizciler gördük, biz de hep onlar gibi hareket ettik. Kredi kartı kabulünün neredeyse hiç olmaması hazırlıklı olmamıza rağmen biraz tedirgin etti - Arada bir sinek sorunu olduysa da, genelde az ısırıldık J ilk kez Bozcaada’ya ne gidişte ne de dönüşte uğradık ve memnunuz. Bu kadar ada; bu kadar liman dolaştık, yine Babakale’deki, Şarköy’deki artarak devam eden çirkin yapılaşmayı, arsa talanını görmek, belki hiç bir zaman yerine konmayacak eskinin şirin sahil köylerini özlemek bizi üzdü -  istediğimiz balığı yine tutamadık, havalar da izin vermedi, vakit dardı, deniz azgındı, balık mevsimi değil J mazeret çok yani. Her ne kadar planlamak pek fayda etmese de seneye nerelere gitsek diye düşünmenin zamanıdır.
Ağustos 2013
Genel olarak daha önceki seyirlerimizde olduğu gibi Rod Heikell’in Greek Waters Pilot kitabı bize yol boyunca rehberlik etti. Ancak bizde bu pahalı kitabın 2002 baskısı olduğundan, birçok liman değişmiş ve artık yenisini alma zamanı geldi demektir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İlk teknemizin önce alınma ve sonra veda öyküsü

Önsöz / Intro