2017 Eylül : Unutulmaz bir balık serüveni

2017 Eylül : Unutulmaz bir balık serüveni


2 Eylül sabahı Istanbul'dan ayrılırken hedefimizde bu kısa tatili Astipalia adası ile taçlandırmak fikri vardı.

Epey sene evvel Girit seyrinden dönerken bir geceliğine uğramış ancak adayı yeterince görme şansına sahip olamamıştık.


2 Eylül öğle saatlerinde tekneye vardığımızda su depomuzu doldurup, Martı Marina'da yakıtı takviyesinin ardından tam gaz Bozburun'a devam ederek, Türkiye'den çıkış işlemlerimizi tamamladık. Resmi işlemler bitince çarşıda ne bulduysak ikmal yapıp, ver elini 12 deniz mili mesafedeki Symi. Bayramın 2.günü olduğundan zaten Bozburun marketlerinde alacak bir şey bırakılmamıştı.


Symi giriş işlemlerinin ardından koyun güneydoğu sahiline kıçtankara bağlandık.

Bağlanır bağlanmaz da liman bedeli tahsil edildi. 15 euro bağlanma, 10 euro elektrik. (Elektrik parası gecelik değil sanırım) Akşam O Haris lokantasında sade bir yemek yedik, uykuya daldık. Ertesi sabah polise uğrayıp gerekli damgaları vurdurup, Symi'nin kuzeyindeki kanaldan geçip Nisiros'a doğru seyre başladık. Hava sakin, hafif bir meltem esiyor. Mesafe 33 nm.

Öğleden sonra adanın etrafında biraz balık baktık, ama ortada pek bir şey olmayınca Nisiros adasının Palon limanına bağlandık. Burada daha önceden bağlandığımız Captains House önünde yer olmayınca ve sahibinin halatlarımızı alıp bize yardımcı olduğu Salonicas tavernasında bir akşam yemeği farz oldu.


Tabii restoranın hemen önünde olunca teknede WIFI çekmesi için avantaj sağlıyor. Restoranın sahibi Selanikli, babası ise İzmir - Bornovalı imiş. Hanımı adanın yerlisi ve gerçekten güzel yemek yapıyor. İçi Nisiros peyniriyle dolu kabak çiçeği dolması nefisti. Daha resmini çekemeden birisinin tabağa transfer olmuş hali aşağıda..



Bu dolmanın ardından salata ve ahtapot ızgara da söyleyince bu güzel sonbahar akşamının tadına doyulmaz oldu.

Sabah erken kalkıp, suyumuzu tamamladık, çöpümüzü attık ve fırından ekmek aldıktan sonra adadan ayrıldık. Geç gelip, erken ayrılınca da liman parası alacak kadını göremedik :)


Bir önceki güne benzer bir havada batıya doğru seyre devam ediyoruz. Astipalia aşağı yukarı 37 nm.


Öğle saatlerinde arkamızdan saldığımız iki sırtı da peşpeşe boşalmaya başladı. Önce birincisini topladık ve irice bir yazılı palamudu havuzluğa aldık. Ardından da bu arada biraz daha derine dalmış olan ikinci olta toplandı, o da biraz daha irice bir yazılı. Anlaşılan bir sürü önümüze çıktı ve aynı anda 2 balık da oltalara atladı. 


Balıklar tartıya alında ve biri 3, diğeri 4 kg olarak kayda geçti. Tabii bunlar nasıl pişirilecek sorusuna cevap bizde olmayınca 2 ayrı dostumuza fikir danıştık. Her ikisi de hemen kafalarını kesip, iç organları temizleyip peşinizden salın kanını akıtın yoksa ekşir diye uyarıp bunlardan balık köftesi yapmamızı önerdi.


Dediklerini harfiyen uyguladık ve Titi epey mesai harcayarak, 20-25 köfte yaptı, hepsini güzelce yapışmayacak şekilde buzluğa attık. Akşam üzeri Astipalia'ya vardığımızda hemen yakınındaki adalarda balık bakalım isteğimiz olsa da limanın dar olması ve birkaç gün gelecek kötü havanın denizcileri hızla limanlara çekmesi olasılığı, bizi barınağa yöneltti. Zaten girince de son kalan 2-3 yerden birine bağlandık. Bizden sonra gelen pek çok tekneden bazıları feribot rıhtımına aborda oldu, diğerleri yakın koylara demirlemek üzere ayrıldılar. 


Ada oldukça büyük ve birbirine ortadan bağlı 2 yarımada formunda, tepede geceleri aydınlatılan manzaralı bir kalesi ve tepenin eteklerine dizili beyaz boyalı çoğu mavi ahşap panjurlu taş evleri ile güzel bir görüntü veriyor. Limanda 2 gece için 24 Euro ödedik, elektrik ve su dahil. 



Rıhtım oldukça kısa, sanırım 10-12 yat alabiliyor. Araya katamaran falan girerse bu sayı daha da azalıyor. Tonoz yok ama zemin kum ve güzel demir tutuyor. Yine de kuzeyli havalarda teknenin ağırlığına göre en az 30 - 35 metre zincir bırakmak gerek. Tepeden inen civarna, liman içinde 15 kts gibi rüzgara neden oluyor. Kafanın genelde sağından basınca teknelerin iskele kıçını rıhtım duvarına yaklaştırıyor.
Demiri hafifçe sancak baş omuzluk yönünde döşemek uygun olur.

Limanın karşısında polis merkezi, market, restoranlar, kafeler ve bir de plaj var, deniz girmek için de oldukça uygun. Gün doğarken şehir,gün batarken liman ve kale güneş alıyor. 

Polis epey dikkatli, sabah akşam gelip limanı kontrol ediyor ve ayrılmadan mutlaka bize gelin uyarısı yapıyor. 


Biz gelen ve 4 gün süren hava nedeniyle Astipalia'da 4 gece kalmak zorunda kaldık. Tabii bir süre sonra sıkılıyor insan ama rüzgar dışarıda Astipalia ve Kos batı ucu arasında 40 knot civarı esince burada olduğuna şükrediyor. Özellikle bir gece boyu aşırı şiddetli esen rüzgar liman içindeki teknelerin bile karaman vurmasına neden oluyor. Deniz temiz, esinti havanın aşırı sıcak olmasını engelliyor ve güvendesiniz daha ne olsun. 


İlk akşam limanın karşısında Karabo isimli bir restoranda yemek yedik ama aşırı bir tat vermedi. Daha sonraki akşamlar teknede yemeyi tercih ettik. Limandan kaleye ve çevre koylara çalışan otobüsler var. Saatleri yaz bittiğinden olsa gerek çok sık değil. Biz yakın koylardan birine gittik ve bir saat kaldık. Ada genel olarak çıplak ve bitki örtüsü yok denecek kadar az. Önünde adaların da bulunduğu Skhinounda koyunda uzun bir kumsal ve 2 taverna var. Koyun bitiminde korsanlara teslim etmediği gemisini yakan Fransız Amiral Bigot anısına bir anıt bulunuyor. Maltezana koyunda haritada gördüğümüz beton iskeleye yanaşmış yat yoktu. Derinlik kurtarmıyor gibi görünüyor. 



 Aynı gün gün batımında bir de kaleye çıkalım dedik. Otobüs kalenin alt kısmında bir kavşakta yolcuları indirip yakın bir koya devam ediyor. 

Dar taş yollar ve binaların arasından kaleye kadar çıkmak mümkün. Kaleden manzara oldukça güzel, hava açıksa yakın adalar görünüyor. Kale içinde de birkaç butik dükkan el sanatları, likör, reçel vs. gibi ürünler satıyor.


Burada adanın arkasından gelen serin rüzgar aşağıdaki limana göre havayı birkaç derece fazla soğutuyor.

Akşam gürültü patırtı yok. Limanda bağlanılan yer de olası gürültüden epey uzak.


Bazı tekneler Perşembe limandan ayrılmasına rağmen biz Cuma sabahını beklemeye karar verdik. Sonuçta eziyet çekmeye değil tatil yapmaya geldik. 


Polise gidip transit loga damga bastırdıktan sonra halat çözüp adadan ayrıldık. 

Kahvaltı yolda yapılacak. Rüzgarlı günlerin ardından hava da deniz de oldukça sakin. Rotamızı tekrar Nisiros'a çevirip batı yönünde motorla seyir halindeyiz. Arkadan bıraktığımız 2 sırtı bize eşlik ediyor. Bir ara ikimizde sosyal medya mesaisini bitirince, canı sıkılan eşim, balık ne zaman gelecek nerede yüzeceğiz gibi sorular sormaya başlıyor. Saat 2'de balık gelecek diyorum. Gülüşüyoruz. 

Öğlen saatlerinde Kandhelioussa isimli bir kayalığa doğru dümen tutup orada balık bakarız belki de yüzeriz diye düşünüyorum. Ardından aklımda Nisiros'a yakın adalara bakmak var. Saat tam 2 olduğunda bizim iskele sırtı büyük bir gürültüyle boşalmaya başlıyor. (Çıkrıkta bir kaynana zırıltısı var) Bence şimdiye kadar duyduğumuz gürültülerle alakası yok, büyük bir balık olmalı diyorum. Tijen'e diğer oltayı acele toplamasını söyleyip, mücadele kemerini takıp kamışı bulunduğu yuvadan çekip çıkarıyorum. Bu arada diğer olta toplanıp çaparız vermeyecek şekilde emniyete alınıyor. Kamış elde ve ucunda kuvvetli bir balık sarmaya başlıyorum. O kadar kolay değil, bazen frene basıyor, bazen bırakıyor.

Kaloma oldukça kasık, onunla oynamak büyük risk. Ağır ağır sarmaya devam ediyorum, oltada uzun bir lider var ama ne lider ne balık görünürde değil. Derken teknenin kıçında 100-150 metre mesafede dalıp çıkan bir yunus görüyoruz. inşallah diyorum, yunus falan değildir. Diğer taraftan yunusun nasıl bir ağırlık vereceğini neler yapabileceğini denemişliğim de yok görmüşlüğüm de.
Eşim de ben de nefesimizi tutmuş haldeyiz. Tekne ağır ağır 1 - 1,5 nm süratle güneydoğulu yönde akıyor ve balığı bizden uzakta tutuyor. Tabii nereye kadar. 

Eşim bu arada yeni aldığım uzun kancaya yine uzun bir halat bağlayıp onu da iskele koç boynuzuna volta ediyor. Sonunda işi bu kanca bitirecek belli ki. Ama elimden her an kurtulabilir hissindeyim. Öyle ağır yani çektiğim balık. Nihayet lider misina görünüyor ve 2 tur sarıyorum ama balık hemen geri alıyor. Yine de boş bir anını yakalayıp misinayı üst üste 4-5 tur sarınca artık boşaltma imkanı zorlaşmış oluyor. Bu da önce kamışa sonra bana daha fazla yük binmesi demek.

Tekne girişinde bulunan hareketli kapak kapalı ve dizlerimi oraya yaslayarak karşı direnci arttırıyorum. Liderden birkaç tur sarmama rağmen balık ortada yok.
Tijen resim film falan çekiyor ama dikkatli olmak gerek.

Ara ara ben sardığımı sansam da tamburun dönmediğini fark ediyorum. Bu da liderin daha fazla esnediğini gösteriyor. Sonunda balık görünür hale geliyor, tekneye oldukça yakın, hemen Tijen biraz yol veriyor ve balığı yeniden arkamıza alıyor. Çok büyük bir balık. Artık balığı almak gerek, çok yaklaştı ve ikimizde de enerji tükenmek üzere. Sonunda yüzeye çıkıyor. Balığın ağzında kamışın ucuna artık 3 metre misina var. Daire çizmeye başlıyor ve ara ara kafası teknenin kıç altına giriyor.bu arada emen altında aynı boyda 2 balık daha yüzeye yakın oltadaki balığa eşlik ediyorlar. Görüntü inanılmaz.





Kafayı sallayarak, kuyruğu vurarak en az 15 tur döndükten sonra bu hareketten vazgeçip kuyruğu aşağıda kafası yukarıda olacak şekilde kafa darbeleriyle sahteyi ağzından atmaya çalışıyor. Artık her şey an meselesi, bir darbeyle misinayı koparıp derinlerde kaybolabilir. Giriş kapağını açıp, kancayı elime alıyorum. Balığın kafasını teknenin kıçına dayadık. Oltayı o haliyle Tijen'e verip bir elde misina, diğerinde kanca, kancayı takabilmek için müsait anı kolluyorum. Nihayet galsamasını açtığı anda kancayı geçirip ucunu ağzından çıkarıyorum.

Bu halde canı da fazla yanmadığından aykırı bir hareket yapmaya yeltenmiyor. Ve hemen 2 basamağı tırmanıp yavaşça kancayı tekne içine doğru çekiyorum. Balık kafasından içeri doğru 2 basamağı çıkıyor ve bir anda kendini havuzlukta buluyor. Kuyruğu chart plotterın hemen altında, bir vursa bütün elektronikler dağılacak. Hemen kuyruğa bir düğüm atıp, onu da koç boynuzuna volta ediyorum. Sonra ikimizde bu eşsiz balığı seyretmeye dalıyoruz. 



Resimler birbirinin ardına çekiliyor. Bu boyda bir balığı tuttuğumuza, ve yelkenli teknede içeri aldığımıza biz de fazlasıyla hayret ediyoruz. Hemen uzman bir dostumuza resim gönderiyoruz. Kanını akıtmamızı ve buzdolabına koymamızı tavsiye ediyor. Buzdolabı mı :) yerinden kalkmıyor bir, buzdolabına girmez iki..

Suya bırakın arkadan çekin diyor ama o da imkansız. Arkamıza peş peşe köpekbalıklarını dizer bu.. Neyse yine de bir tavsiyesine uyarak balığı uğraşa didine iskele kıç oturağın üzerine yatırıyoruz. Kim bilir kaç kilo - ben kaldıramıyorum bunu.. Boyu 130 cm, kuyruk dahil 145 cm. Levent yeni resimleri alınca telefon açıp bu bir mavi yüzgeçli orkinos diye müjdeyi veriyor.

Önce güç bela ağzındaki sahteyi çıkartıyorum, yarısından fazlasını yutmuş, 2 iğnede takılmış. Ardından tarife uygun yüzgeç altından uzun bir kesik atıyorum sonra da aynısını diğer yanına kan boşalmaya başlıyor. Üzerine kova kova su vurup, bir taratan akan kanı temizlerken, diğer taraftan balığı serin tutmaya çalışıyoruz. Nisiros'a 2 saat yol var. Bilahare üzerine bir havlu serip güneşten korurken, havluyu da sürekli ıslak tutarak, balığın kurumasını önlemeye çalışıyoruz. 1 ay önce şaka ile karışık sana bir ton balığı getireceğim dediğim Captains House tavernasının sahibi Yorgo'yu arayıp, kendimi hatırlattıktan sonra önünde yer var mı tekneyi bağlayacak diye soruyorum. Söz verdiğim balığı tuttum yoldayım deyince gülüşüyoruz hadi gel diyor. 2 saat boyunca zevkten 4 köşe Nisiros yolunda balık emniyette yola devam ediyoruz. Sağa sola gönderilen resimlerle arkadaşlarımız, kadim dostlarımız heyecanımıza ortak oluyorlar.


Nihayet Palon limanından içeri girip, tavernanın önüne kıçtankara bağlanıyoruz. 
Yorgo fazla yanaşmayın, demiri toplayın vurursunuz betona dese de, ben yanaşayım yoksa balığı alamazsın diyorum :) içeri seğirtince durumun ciddiyetini kavrayıp oğluna sesleniyor; gel de şu balığı restorana alalım diye. 



2 kişi koca balığı restorana alıp tartıyorlar. Etraftakiler hayretler içinde resim çeken, alkışlayan.. Tartı ancak 45 kg gösteriyor ve sonuna dayanıyor, demek daha ağır, artık fazlası nedir bilmeye imkan yok. Bir güzel parçalara ayrılıyor ve doğru restoranın buzluğuna gidiyor. Tekneye dönüp güverteyi temizleyip paklıyorum, ardından biz de duş alıp, restorana yemeğe oturuyoruz. Anna hepimize balıktan bir parça pişiriyor, lokum gibi. Uzolar, müzikler ve bolca sohbetin ardından yorgunluktan bitmiş halde soluğu geç vakit yatakta alıyoruz.


Ertesi sabah ver elini Symi, sonra Bozburun ve Orhaniye.. Bu seyir de böyle geçiyor ama unutulmaz anılarla sona eriyor.



Oğuzkan Bölükbaşı'nın dizeleriyle bitirelim :

Dostları olmalı insanın,

Aynen gemilerin limanları gibi...

Zaman zaman uğradığın,

Yükünü boşalttığın,

Dalgalar dininceye kadar beklediğin koynunda..

Sonra açık denizlere uğurlamalı seni,

Geri döneceğin günü bekleme umuduyla,

Bazen rüzgara o açmalı yelkenini

Yanağına konan bir öpücüğün coşkusuyla

Halatlarını çözmeli...








Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İlk teknemizin önce alınma ve sonra veda öyküsü

Önsöz / Intro